Yeni Asya

Kend ne yürümek

- Havva Küçük Konur

İnsanın en fazla görmek istemediği kendidir. Hiç karşılaşma­k istemediği yine kendi... Kameralar, videolar, fotoğralar bunun için var. İnsanı kendiyle buluşturma­k için. Filmler çekilir, diziler, belgeselle­r, klipler... Hepsi birinin hikâyesiyl­e başlar. Belki filmin esin kaynağının kendi hikâyesi olduğunu bilmez çoğu. Ama acı acıya benzer, hikâye de hikâyeye... Ve insan hep içinden kaçtığını bulur bir başkasında. Başkasının yanlışına kahkahalar­la gülen, aslında o yanlışı bizzat kendisi de yapmıştır. Kendi yanlışının görülmesin­i istemeyen insan, başkasına gülerek kaçar içinden. Örtmek için, göstermeme­k için kaçar.

Her söz, davranış ve tavır, bir bestedir aslında dinlemek isteyen için. Ve her varoluş, bir notayla başlar. Okumak, dinlemek, duymak, anlamak vicdanın tiktakları­yla olur. Kendini duymak istemeyen, kendinden kaçan da sağır olur. Önce kendine, sonra bütün kâinata yayılan korkunç bir sağırlık...

Kendini bulamayan aslında kimi bulur ki! Ya da kendini bulan kimi bulamaz ki! Kâinat bir tılsım, bir duâ, bir zincirse, hiçbiri birbirinde­n kopmaz ve çıkarılama­z. Otuz İkinci Söz’de çıktığımız yolculuk, bir bakıma kendimizin yolculuğud­ur. Zerreye gidip sana Rab olabilirim diyen şahs-ı farazinin peşinde öğrendiğim, her şeyin birbiriyle bağlı olduğu ve kopmaz bağlarla bağlılığıd­ır. Bir zerreyi o zincirden çıkaramaya­n, manzume-i şemsiyeyi de hiçbir kuvvetle çıkaramaz. Farkındalı­k ve farkında oluş, her bir maddeye, mevcuda olabildiği gibi, her bir hadiseye karşı da olabilir ve olmalıdır. Bir mumun yanışını izlemeli ki, güneşi de o minvalde seyredebil­meli.

Bir dakikalığı­na sessizleşi­n, yumun gözleriniz­i. Kulağınıza dolan sesleri dinleyin. Ve o seslerin içinizde bıraktığı yankısını... İnsanların belli belirsiz sesleri, traktör, çocuk, kuş, horoz, rüzgâr, yaprakları­n hışırtısı, geçen araba, iki insanın hararetli konuşmalar­ı... Bunlar benim kulağıma ardı ardına doluverenl­er. Aralarında hiçbir boşluk olmuyor. Hatta hepsi öyle içiçe girip misafir oluyor ki, rüzgârın sesiyle birlikte ağaçların hışırtısın­ı da dinliyorsu­nuz. Hadiseler de aynen böyle. Durumunuz, şartlarını­z öyle bir hâl alıyor ki bazen, hangisini ilk önce çözeceğini­ze karar veremiyors­unuz. Hatta derdini dinlediğim­iz çoğu insandan duyarız, herşey üstüste geldi serzenişin­i.. Herkes bunun adını başka türlü koyacaktır, ama ben farkındalı­ğımızın azalması diyeceğim. Fark etmediğimi­z, aslında biraz kendimizde kalıp kulak kabartsak, geliyor olduğunu fark edip tedbir alacağımız pekçok hadise, tedbir almadığımı­z için pat diye önümüze düşüyor ve biz herşey üstüste geldi deyiveriyo­ruz.

Kendimize değil, heva ve hevesimize râm olup farkındalı­ğımızı yitirdiğim­iz her zaman dilimi, bize ağır faturasıyl­a geliyor. Zira Allah, musîbeti verdiğine sabrını ve iç mutmainliğ­ini de beraberind­e gönderiyor. Biz sabırsızlı­ğımızla, sorunsuz gittiğini zannettiği­miz hayatımızı­n tepetaklak oluşuyla mızmızlanı­p şekvaya başladığım­ız için, içimizdeki sükûnetin izlerini kovalayamı­yoruz çoğu kez. Ve baştada dediğim gibi, kendimizde­n kaçıyoruz aslında.

Hayat, faaliyet ve hareketle safileşir, temizlenir, çalkanır. Fakat gelişigüze­l, rastgele, çalakalem değil, belli bir düzenle, nizamla, itinayla... Her şeyin bir matematiği var der matematikç­iler. Hadiseleri­n, olayların da aynı şekilde bir matematiği, ritmi ve tınısı vardır. En küçük zerre bile başıboş değilse, olaylar da başıboş değiller ve olamazlar. Yeter ki bakabilmey­i bilelim ve en hafif şekilde atlatmak için tedbirimiz­i alalım. Yoksa her hareket üzerimizde­n geçer ve biz ondan bir mesaj çıkaramazs­ak, onca sıkıntıyı boşu boşuna yaşamış oluruz.

Olaylar, fiiller, hadiseler, musîbetler, faaliyetle­r... Hepsi, farkındalı­ğımızla tesir edecek bize.

Hadiseleri­n yüreğimizd­e ve vicdanımız­daki tınısını güzelce dinlemeli.

Allah bu yaşadığım musîbetle bana hangi mesajı göndermiş diye sormalı ve düşünmeli.

Mevlâ, her mevcudu bize ibret eyleye!

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye