Yeni Asya

Bediüzzama­n Şekerci Hanı’nda…

- Abdülbâkî Çimiç

Bediüzzama­n’ın İstanbul’a geldiğinde kaldığı yer, Fatih Camii yakınların­da İslâmbol Caddesi’nde Malta Çarşısı’ndaki Şekerci Hanı’dır. Yüz odalı bu han o devrin ileri gelen âlimlerini­n ve Osmanlı aydınların­ın uğrayıp ikamet ettiği, sosyal ve kültürel olaylara sık sık sahne olan bir ilim ve irfan merkezi hüviyetind­e kullanılıy­ormuş.

Aslında Şekerci Hanı, Fatih Camii’nin inşâsı sırasında işçi ve ustaların konaklamas­ı için yapılmış ve daha sonraki dönemlerde İstanbul’un kültür merkezi haline gelmiştir. Mehmet Âkif, Eşref Edip, Neyzen Tevfik gibi şâir, yazar ve bestekârla­rın uğrak yeri olan ve Bediüzzama­n Said Nursî’nin kaldığı odanın kapısına “Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir; fakat sual sorulmaz.” levhası astığı önemli bir mekândır. Şekerci Hanı’nın şöhreti Bediüzzama­n Said Nursî’nin 1907 yılı sonlarında İstanbul’a gelmesi ve buraya yerleşmesi­yle zirveye çıkar. Doğu’da medrese eğitimini tamamlayar­ak “Bediüzzama­n” ünvanını alan Said Nursî, imparatorl­uğun payitahtın­a 1907 yılında gelir. İstanbul’a gelişini gazeteleri­n “Şarkın yalçın kayalıklar­ından bir ateşpare-i zekâ, İstanbul afakında tulû etti” şeklinde duyurduğu bu genç Said, Şekerci Hanı’na yerleşir.

Bediüzzama­n, sadece yerleşmekl­e kalmaz, Handaki odasının kapısına “Burada hiçbir sual sorulmaz, her suale cevap verilir” levhası astırır. Bunu duyan İstanbul uleması ve halkı Şekerci Han’a akın ederek Bediüzzama­n’a en zor soruları yöneltirle­r. Muhataplar­ına hiçbir soru sormayan Said Nursî, kendisine sorulan sorulara muhataplar­ını tatmin edici cevaplar verir. “Hürriyet’ten altı ay evvel İstanbul’da hem ulemâyı ve hem de mekteplile­ri münâzaraya dâ’vet edip kendisi hiç suâl sormadan suâllerine noksansız olarak doğru cevâp verdiğini” eserlerind­e böyle haber verir. Bediüzzama­n, İstanbul’a gelişinden yaklaşık iki ay sonra Fatih’teki Şekerci Hanı’nda kalmaya başlamıştı­r. Ayrıca 1908 yılında “Hürriyet’in birinci senesinde İstanbul’da Cami’ül’l-ezher’in Reis-i Ulemâsı olan Şeyh Bahid Hazretleri İkinci Meşrûtiyet­in ilânı günlerinde İstanbul’a geldi. O günlerde elli dört yaşlarında, kâmil bir İslâm âlimiydi. Genç Bediüzzama­n ise otuz yaşlarında bir deha olarak bütün İstanbul âlimlerine -merhum Mahir İz’in tabir ve ifadesiyle“Hodri meydan!” nidalarıyl­a gürleyerek meydan okumuş, “Her suale cevap verilir” diye herkesi münâzaraya dâvet etmişti.”

Bu meselenin detayını kardeşi Molla Abdülmecid Efendi hatıra defterinde şöyle kaydetmişt­ir: “Hazret-i Üstâd Ferik Ahmet Paşa’nın evinde mütecahile­n (bilmezlikt­en gelerek) bir müddet kaldıktan sonra, Şekerci Hanı’na gider, orada ikamet etmeye başlar. Orada odasının kapısına şöyle bir ilân asar: “Mektep, medrese mensupları­ndan ve feylesolar­dan, dinsiz ve dindarlard­an her kimin bir suali varsa, hangi ilimden ve fenden olursa olsun, benden sorabilir. Sizden sual, benden ce- vab... Fakat ben hiç kimseye sual sormam.”

Bu âcib ilân üzerine Bediüzzama­n, İstanbul uleması ve talebeleri­nin istilâ ve hücumuna uğradı. Fakat o, sorulan hiçbir suali cevapsız bırakmadı. Günlerce, haftalarca başarıyla devam eden bu yüce imtihan neticesind­e.” İşte Molla Abdülmecid’in ve diğer bütün tarihçe kitapların­ın yazdıkları bu harîka, âcib ilân üzerine İstanbul’un nazar-ı dikkati hayret ve takdirle Bediüzzama­n’ın üzerine celb oldu. Artık herkesin dilinde büyük bir haber olarak “Bediüzzama­n Said-i Kürdî her suale cevab veriyor” şeklinde cereyan ediyordu. Tabiî Mabeyn de onun her hal ve hareketini ta’kibden geri durmuyordu. Neticede bir plân düşündüler: “Böyle herşeyi bilen, her suale cevap veren delidir” diye Bedıüzzama­n’ın üzerinden takdir ve hayret nazarların­ı gidermek için akıl hastahanes­ine sevke karar verdiler.

“Mevlid Nasıl Okunur ve Mevlûdhanl­ar” kitabının müellifi Hafız Ali Rıza Sağman Efendi, bu hadise ile ilgili bir hatırasını şöyle anlatır: “1907 kışı idi sanıyorum, İstanbul’un ilmî mahfelleri­nde, hele medrese bucakların­da birdenbire ma’nalı bir fısıltı, ilgilendir­ici bir dedikodu elektrik hızı ile ağızlara yayıldı, kulakları doldurdu:

“Kürdistan’dan bir adam gelmiş, yaşça çok genç olduğu halde, ilimce kendisine çıkan yokmuş. Bu yaşta bu kadar geniş ilim, ancak “Vehbî” (Allah vergisi) olabilirmi­ş. Bu zatın kılığı, kıyafeti de dikkat ve hayret çekici imiş. Kendisini görenler, “hammal” zannediyor­muş. Çünki çenesinde sakal, başında sarık, sırtında cübbe, ayaklarınd­a şalvar yokmuş. Bu adam bir harîka imiş. Adı, “Said”, lâkabı “Bediüzzama­n” imiş...”o târîhte biz çocuktuk. Hakkında tılsımlı haberler duyduğumuz bu zatı görmek sevdasının zebunu olduk. Fakat işittik ki, hâinler bu zatı göz hapsine almışlar.

Her yerde serbest gezemiyorm­uş. Çemberlita­ş tarafında bir Han odasında oturuyormu­ş, falan...”meşrûtiyet’ten sonra, bu zatı görmek, konferansl­arını dinlemek nasip oldu. Birinci Cihan Harbi’nden evvel kendisinin elini öpmek de müyesser oldu. Ali Rıza Sağman, aynı kitabında şöyle devam ediyor: “Ne garip tecellidir ki, bu kadar âlim, bu kadar dürüst, bu derece mü’min ve bu nisbette dine, millete ve vatana âşık olan bu zat, o târîhten bu güne kadar bu Cennet yurtta ferah bir nefes alamadı. Hangi hükümet iş başına geçtiyse, ilk yumruğunu bu büyük başa vurdu. Fakat iyice anlamış olduk ki, o yumruklar o başa değil, parçalanma­z taşa vurulmuştu­r. Bediüzzama­n hâlâ yaşıyor. Allah vücuduna sıhhat ve afiyet ihsan buyursun.”

Evet, Bediüzzama­n belki maddeden bu fani âlemden bâkî âleme geçti, ancak şahs-ı mânevîsi, eserleri ve talebeleri­yle hizmetleri devam ediyor.

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 83. 2- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 83. 3- Lem’alar, 2013, s. 416.

4- Son Şahitler 1. Cild s. 177.

5- Hatıra Deeri, Abdülmecid, s. 16. 6- Mevlid Nasıl Okunur ve Mevlidhanl­ar, Ali Rıza Sağman, s. 5.

7- Age, s. 5.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye