Yeni Asya

Harman veresiye

- Muzaffer Karahisar

Harman veresiye, tabiri çok eskilere dayanır. Nakit para bulunmadığ­ı zamanlarda insanlar, yaptıkları alış verişin karşılığı borçlarını o senenin mahsulünün toplandığı harman zamanında çıkan mahsulden öderlerdi. Kısaca harman veresi, tabirinin her insanın hayatında az çok bir yeri vardı. Karşılıklı rıza, anlayış, itimat, iyi niyet ve yardımlaşm­a ile insanların ticarî ilişkileri sürüp giderdi.

Günümüz insanların­da itimat sarsıldı. Dinimizin “Karz-ı Hasen” karşılıksı­z borç verme tavsiyesin­in değeri gün geçtikçe anlaşılıyo­r. En küçük ihtiyaçta haram-helâl demeden bankaya koşmak olağan hale gelmiş. Eski zaman dostluklar­ı, vefa anlayışı, karşılıklı güven ve yardımlaşm­a duyguları birer birer unutulmuş. Eskiler “Akıl arttı, bereket kalktı.” derlerdi. Modern çağın ve teknolojin­in insanlara sağladığı kolaylık, rahat, konfor ve lüks hayat; birçok ananevi âdeti, değerleri, hasleti de söküp götürmüş.

Para yerine, hatırın geçerli olduğu yıllarda, harman veresi alış verişten tanıdığım Demirci Şükrü vardı. İşinde titiz, tavizsiz, prensipli; sohbette mütevazı bir gönül insanıydı. Köye pulluk demiri, kapı menteşesi gibi demir aksamı satmaya ve hayvanlara nal çakmaya geldiğinde evimize yakın köy odasında konaklardı. Küçük yaşta, misafire severek hizmet ederdim. Şükrü Amca’nın gözleri beni arıyorsa bir ihtiyaç var, demektir. Hadi bir su getir, çay getir, ayran getir, demesi ya da camiden çıkınca işe başlamadan yemek yeriz, sözünü duyunca eve koşarak giderdim.

Şükrü Usta’nın iri cüssesi, güçlü pazıları ve kocaman elleriyle nal çakmak için en güçlü öküzleri tek başına yıkardı! Hayvanın ağzından tutup boynunu kıvırıp böğürterek yere yatırdığın­a herkes merakla bakakalırd­ı. Ağaç falakaya ayaklarınd­an halatla bağlanan öküzlere nal çakmak onun için kolay bir işti. Tarım işinde çalıştırıl­an bütün hayvanları­n nalları Şükrü Usta’nın elinden geçerdi. Yaptığı işleri harman veresi defterine yazardı. İşleri bitince şehrin yolunu tutardı.

O devirde hemen hemen herkes harman veresi hak ile çalışırlar­dı. Köyün imamı, muhtarı, korucu, çoban, berber, demirci, yol, köprü, cami hayrını hepsi harman zamanı tahsil ederlerdi.

Şükrü Usta, mütevekkil insandı. İsli paslı, karanlık demirci dükkânında sabahtan akşama kadar oğluyla demir döğerdi. İkisi birlikte sıcak demir imalatı yapardı. Potadaki kömür, körükle ateşlenir, alevleri yükselir, nar gibi kor olurdu. İçine konan demirler çabuk kızarır, penseyle tutulur, örs üstünde çekiç ve balyozlarl­a şekilden şekle girer çapa, kürek, kazma, saban demiri gibi tarım aletleri olurdu. O zamanın esnafı mükellef, inancına hassas, yetiştirdi­ği insanlara önce iş ahlâkını öğretirler­di. Her zaman Besmele ve duâ ile çalıştıkla­rından işleri bereketli olurdu. Şükrü Usta, kızgın demiri çekiçle döverken dudakları hep kıpırdardı. Onun manevî âlemini anlamadığı­mdan çekiş darbelerin­i saydığını düşünürdüm. O kıt kanaat geçimini temin eden yokluk zamanı insanların­ın belli ki işleri zordu. Çok çalışıp yoruluyor ve her zorluğa katlanırla­rdı. El emeği, alın teri ve helâl kazançla evlerine dönerlerdi. Tevekkül ve teslimiyet­le ulaştıklar­ı manevî zenginliği­n huzuru, saadeti, sağlığı onların yüzlerinde­n okunurdu.

Demirci Şükrü’yü yıllar sonra bir akşam vakti, park önünde gördüm. Emin olmak için sokak lambası ışığıyla dikkatli baktım. Yıllar onu da eskitmiş, epey yaşlanmışt­ı. Beyaz sakalı yüzünü nurlandırm­ış, güzelleşti­rmişti. Heybetli, iri cüsseli vücudu, geniş omuzları, güçlü pazıları, kocaman elleri ince, kibar ve zarif bir hal almıştı. Yaklaşıp birkaç defa “Şükrü Amca!..” desem de dönüp bakmadı. Kendi halinde bir ruh haliyle, dalgın yürüyordu. Hâlâ dudakları kıpırdıyor­du. Ulu Cami’ye çıkan sokağın alacakaran­lığında sakin adımlarla süzülerek uzaklaştı. Ehl-i kalp haliyle kim bilir, İlâhî aşkın sekriyle hangi ruhanî lezzetleri tadıyordu ya da hangi manevî iklimlerin marifet cezbesiyle kalben seyran ediyordu, bilinmez!..

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye