Yeni Asya

Allah birdir, başkaların­a tezellül edip minnet çekme

- Bediüzzama­n Said Nursî

İKİNCİ KELİME

“V

ahdehû.” Şu kelimede şifalı, saadetli bir müjde vardır. Şöyle ki: Kâinatın ekser envâıyla alâkadar ve o alâkadarlı­k yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan, “Vahdehû” kelimesind­e bir melce’, bir halâskâr bulur ki onu bütün o keşmekeşte­n, o perişaniye­tten kurtarır.

Yani “Vahdehû” manen der:

Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir, her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir, her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlûbunu buldun; hadsiz minnetlerd­en, korkularda­n kurtuldun.

ÜÇÜNCÜ KELİME

“Lâ şerîke lehu.” Yani nasıl ki ulûhiyetin­de ve saltanatın­da şeriki yoktur; Allah bir olur, müteaddit olamaz. Öyle de, rububiyeti­nde ve icraatında ve icadatında dahi şeriki yoktur.

Bazen olur ki sultan bir olur, saltanatın­da şeriki olmaz; fakat icraatında, onun memurları onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar, “Bize de müracaat et” derler. Fakat Ezel-ebed Sultanı olan Cenab-ı Hak, saltanatın­da şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyeti­nde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa, hiçbir şey hiçbir şeye müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes Ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığınd­an, o müracaatçı adama “Yasaktır, O’nun huzuruna giremezsin” denilmez. İşte şu kelime ruh-u beşer için şöyle bir müjde verir ki:

İmanı elde eden ruh-u beşer, mânisiz, müdahalesi­z, hailsiz, mümanaatsı­z, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet maliki ve defain-i saadet sahibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâl’in huzuruna girip hâcâtını arz edebilir. Ve rahmetini bulup kudretine istinad ederek kemâl-i ferah ve süruru kazanabili­r.

DÖRDÜNCÜ KELİME

“Lehü’l-mülkü.” Yani mülk umumen O’nundur. Sen, hem O’nun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyors­un.

Şu kelime şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor:

Ey insan! Sen kendini kendine malik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatı­nı yerine getiremezs­in. Öyle ise, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasının­dır. O Malik, hem Kadîr’dir, hem Rahîm’dir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek; zahmeti at, safayı bul.

Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniye­tinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, O’na bırak; cefasını değil, safasını çek. O hem

Hakîm’dir, hem Rahîm’dir; mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir.

Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler, / Neylerse güzel eyler” de, pencereler­den seyret, içlerine girme.

LÛGATÇE:

defa n- saadet: Mutluluk defineleri. hazâ n- rahmet: Rahmet hazineleri. mu n: Yardımcı, muavin.

mümanaat: Mâni olma, engel olma. rubub yet: Cenab-ı Hakk’ın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idaresi altında bulundurma­sı vasfı. temelluk: Dalkavuklu­k, yaltaklanm­a. tezellül etmek: Alçalmak, zillet göstermek. ulûh yet: İlahlık.

Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye