Sorumlu insan ahir zaman şartlarını nasıl değerlendirmeli?
Ahir zaman gerçeği ve insan olmanın gereği (2)
Geçen yazımızda“ahir zamanın” özelliklerinden bahsetmiştik. Şimdi de bu asırda yaşayan bir insan olarak bu şartların insan unsuru üzerindeki menfi tesirlerine karşı, nasıl bir tavır ve değerlendirme yapmamız lâzım geldiği konusuna bir bakalım. Üstad Bediüzzaman Said Nursî bu konuda; fert ve toplum için, manevî sorumluluk şuuruyla tavsiye ve tatbik ettiği yepyeni ve meşrû yol; insalı, dengeli, prensipli, müsamahalı bir müsbet hareket tarzıdır.
Malûm olduğu üzere, zaman, iklim ve çevrenin insan bedenî ve manevî hayatı olan; ruh, akıl, kalp ve his dünyasında büyük tesiri vardır.
Bunun içindir ki, başta dostlarımız, bütün insanların hal, tavır, fikir ve görüşlerini değerlendirirken şu önemli unsurları akılda tutmak gerekir:
1. Her ferdin ayrı bir fıtratta ve çok farklı özel his ve dünyasının olduğunu kabullenmek.
2. Her ferdin ve tarzının, İslâmî ve hukukî açıdan değerlendirilip sorgulanması gerektiğini.
3. Her ferdin toptancı bir zihniyetle değil, sadece kendi yaptıklarıyla ve belli zaman dilimi ve ferdî olay üzerinden çok dikkat ve itina ile, “şahsa özel” değerlendirmeye tabi tutulması gerektiğini.
4. Her ferdin içinde bulunduğu şartların; kalp, ruh ve his dünyasının dikkate alınarak çok iyi tahlil edilip değerlendirilmesi gerektiğini.
5. Değerlendirilecek şahıs ve olayda; bize düşen pay olan; insalı olma, adaletli davranma, tarafgir olmamayı asla unutmamayı.
6. Asrın dehşetinin getirdiği; nefis, şeytan ve özel şartlar.. vb gibi birçok hususu dikkate almanın önemli olduğunu.
Burada; her ferdin kendine özel farklılıkları olduğunu, bir başka şahsa göre; çok farklı tepki ve düşünceleri olduğunu ve olabileceğine dikkat etmek gerekiyor.
Bütün bunlar, insan ve olay olarak özelde, farklılıklar dikkate alınarak sağlıklı düşünülüp yapılması önemlidir. Toptancı değerlendirmeler, İslâmî, insanî ve hukukî değildir. Yanlış yaklaşımlar yanlış sonuçlar doğurur. Sonra da; zan, gıybet, itham, iftira ve haksızlıklar doğar.
Hak, adalet, vicdan, merhamet ve hukukun arandığı bir devirde Müslüman bir ferde düşen inandığı manevî değerlerin gereğini yerine getirmek ve İslâmî yaşantıyı bizzat şahsında yaşamaktır.
Bütün değerlendirmeler, hem İslâmî, hem de gerçek fıtrî hukukî kurallar dahilinde yapılmalıdır.
“İslâmiyetin özü olan kimlikle” Müslüman bir kul olma kimliği ince farkını da anlayıp özümsemek ayrı bir değerdir. Bazı değerlerin eksen kaymasına uğradığı bu helâket felâket asrında öze bağlı kalmak hayatî önem taşıyor. Bunun için, İslâmiyette olmayan bir sıfat, bir “Müslüman”fertte görülebilmektedir. “İslâmî kimlik” Îlâhî bir esastır. Büyük bir sorumluluğu ve ağır bir vebali vardır. Gerçek “Müslüman kimlik” asla dünyevî konuya alet ve istismar edilmemelidir. “İslâmla”, “Müslüman”, farkı iyi anlaşılamazsa kafa karışır. Bu ince fark ve “kimlik” iyi hazmedilmelidir.
Bediüzzaman’ın;“bir Müslümanın her hareketi ve vasfı İslâmî olmadığı gibi, her kâfirin de her hareketi ve vasfı küfür olmak lâzım değildir.” diyerek bu gerçeği tesbit etmiştir. “Yalan söz” küfrün alâmetlerindendir. Bir Müslüman yalan söylerse günah işler, fakat kâfir olmaz! Bir kâfir de doğru söylerse Müslüman olmaz, ama güzel bir hareket yapmış olur.
İslâmiyet, şeriattır, kanundur, hükümler, ahkâmlar bütünü ve manzumesidir. İslâmiyette –hâşâ-kusur yoktur ve olamaz. Ama Müslümanda kusur ve noksan vardır ve olacaktır. Bunun içindir ki; bir Müslümanda görülen bazı hatalar yüzünden, toptancı bir zihniyetle onu dinden çıkarmak ne kadar yanlışsa, bu şahsî hatayı İslâmiyete mal etmek de o kadar veya daha fazla yanlıştır. Konunun inceliği bilinemezse, şahsî basit hatalar yüzünden bir Müslümana büyük haksızlık yapıldığı gibi İslâmiyet konusunda da yanlış algılamalar olur!
Şeriat, kanun, akıl, mantık, insaf, vicdan, meşrûiyet, hak ve hukuk prensipleri yerine; tarafgirane, nefsi, haksız, dayanaksız, fevri ve toptancılık kokan karar ve hükümler vebali gerektirir. Manevî mesuliyetlerimizi azaltmak ve toplum ve cemiyetin dinamiklerini yerinde sabit tutup sağlamlaştırmak için, insan olarak hukukun, Müslüman olarak da Kur’ân’ın ve Sünnetullahın tarzına uygun hareket etmemiz gerekiyor.
Hata ve kusurlardan kaçınma gayretimize rağmen yapılan hataların asıl sebepleriyle, azaltmanın ve insala davranıp makul bir seviyeye çekmenin yolu da Risale-i Nur Külliyatı’nda vardır!
Özellikle; Lâhikalar ile müdafaalar! “Ahir zamanın dehşeti ve girdabının!” Çoğunu savurtan, çizgiden çıkartan, zan, gıybet, iftira, tarafgirlik gibi menfiliklere atan baş sebep “nefsimizi”dinleyip mağlûp düşmemiz!”olarak görünüyor. İşte bu;“ahir zamanın dehşeti ve taunudur!”
Sadece etrafımızda olan insanlara değil; insan olan her insana, düşüncesi, fikri, kimliği, etnik kökeni, cinsiyeti, milliyeti, dinî inancı, felsefi görüşü ne olursa olsun herkesi bu asrın dehşetinden, baskı ve tesirinden kurtarmak için; insanca, medenice, nezaketle ve samimiyetle yaklaşıp, davranarak haksızlık ve zulme karşı“ahir zamanın”girdabından kurtaracak yollara yönelmemiz gerekiyor.
“Ahir zaman dehşetli şartlarının” her insanda açtığı derin yaraları iyi teşhis çözüme atılan bir yoldur. Unutmayalım, İslâmiyetin en ana esaslarından olan; kardeşlik ve uhuvveti devam ettirmek sorumluluğuna göre hareket etmek gerekiyor. Kardeşliği sarsacak menfiliklerin başında; zan, gıybet, itham, dışlama, tarafgirlik ve ayırımcılıktır. Karşımıza çıkan her şahıs ve olay hakkındaki zorluk ve menfilikleri; ciddî araştırma ve bilgi edinme ile müsbete kanalize edebiliriz. Bu da ciddî bir manevî eğitim ve nefis muhasebesini gerektirir. Vicdan ve insafın fıtratlarına uygun şekilde eğitilmesi şarttır.
Toplum hayatının dinamiği olan manevî hayat, ülkenin, İslâm âleminin ve insanlığın mahvedicisi olan tahripkârlıklara karşı mânevî bir eğitim ve gayretle etkisiz hâle getirilebilir.
Netice olarak, insanlık bu kadar çarpık ve dehşetli bir asrı yaşıyor. İnsan olmanın fıtratı gereği; eksik, kusur, hata, noksan, günah ve olumsuzluklarla burun buruna bir hayatın içindeyiz.
Bütün bunlara karşı en başta; Cenab-ı Hakk’a sığınıp O’ndan af ve mağfiret dilemeliyiz. Çevremizdeki dostlarımız, akrabalarımız, komşu ve ahbaplarımızdan göre geldiğimiz bütün menfiliklerin sadece kendi noksan ve hatalarından değil de “asrın dehşetinin” verdiği etki ve baskıdan kaynaklandığını ve bu gaddar asrın hepimiz üzerinde müthiş bir menfi tesir oluşturduğunun şuurunda olursak daha sağlıklı bir hayat ve değerlendirmelerde bulunabiliriz diye düşünüyorum.
Toplumun fertleri olarak birbirimize karşı; anlayış, muhabbet, şefkat, müsamaha ve hoşgörüyle davranıp manevî mes’uliyetin sorumluluğunda bir fikir ve düşünce tarzını hayatımıza rehber etmemiz herkesin yararınadır. nejat07@gmail.com.tr