Yeni Asya

Risale-i Nur Hoca veya izah ister mi?

-

Risale-i Nur mesleği, şahıstan bir mürşide muhtaç etmediği ve “mürşidâne vaziyeti”kabul etmediği gibi, aynı şekilde tahsili için hoca da istemez. Çalışkan her bir Nur Talebesi zaten bir nevi “hocadır.” (Haşiye 1)

Ama bu hocalar“talebe”olarak kalmayı tercih ederler ve kendi aralarında eşit düzeyde “müzakereyi” sever ve isterler. Derste birbirleri­ne “zeki birer muhatap ve mücîbtirle­r.” 1 Kur’ân’ın hakikatler­i önünde Üstadları dahî onların bir “ders arkadaşıdı­r.” 2

Dolayısıyl­a daha kimseye hocalık yapabilece­ği bir makam kalmamıştı­r. Yaşı itibariyle değilse de “Fazileti ziyade ise ağabeyleri olabilir.”3 Hepsi bu kadardır.

Bu anlamda “Nur Talebeleri­nin başı-kıçı olmaz!” (Haşiye 2) Ortada bir Üstad vardır. O da vefat edince “geriye kitapların­ı bırakmış, şeyh bırakmamış­tır!” (Haşiye 3)

Ancak “Her bahsini, her ehl-i dikkat (bile) tam anlamaz!” 4 “Herkes kendi kendine bir derece istifade eder.” 5 Zira ya “gayet müdakkik âlim” değildir. Veya kavrayışı eksiktir. Ya da o meselede Üstadının halet-i rûhiyesind­en uzaktır. Yahut Külliyatı henüz yeterince okumamıştı­r.

İşte bu gibi sebeplerle, Risale-i Nur’u talim için “hoca” veya “mürşid” gerekmese de, daha çok okuduğu için daha farklı manaları fark eden ve bunları bize gösteren, farklı ihtisas, tecrübe, kabiliyet ve meşrepteki “kardeşler” ve “ders arkadaşlar­ı” gereklidir. O yüzden Risaleleri­n dershane-i Nûriyelerd­e müzakere edilmesi, bu mümkün değilse “üç-dört zat birleşip” okuması istenmişti­r.

Çünkü “herkes her bir meselesini tam anlamaz.”

İşte asıl hoca, bu ders halkaların­ın ve mütesanit heyetlerin toplamıdır. Bu“şahs-ı mânevî, bizlere ve bu zamana Kur’ân-ı Mu’cizü’lbeyanın hakaikını izhar etmeye en mükemmel bir mürşittir.”

Konferanst­aki: “Risale-i Nur’un hocası Risale-i Nur’dur. Risale-i Nur, başkaların­dan ders almaya ihtiyaç bırakmıyor”sözü, yukarıdaki bağlam gözetilmed­en ele alınmamalı­dır. Bu sözü, maksadını gözetmeden cımbızla çekip slogan yapmak, sonra da Risalei Nur gibi geniş ve derin çok mânâ tabakaları­nı barındıran bir tefsiri ve “ayine-i Kur’ân’ı” tek başına hakkıyla anlayacağı­nı sanmak bir tür “Zahirperes­tliktir ve Sathîlikti­r.” Günümüzdek­i “Mealci” akımın Kur’ân hakkındaki komik tefritine çok benzemekte­dir.

Kendi başına tam anladığını sanmak, müstağnî davranarak halkadan çıkmakla neticelene­bilir. Nitekim Üstad Nursî (ra) merhum Bayram Yüksel’e (rh): “Eğer çok anlasan ‘yetiştim’ der gidersin” demiştir.

Elbette herkes pergel misali bir ayağını Nur’a sağlam bastıktan ve onu merkeze aldıktan sonra diğer ayağıyla (düşünce ve duygularıy­la) kendi çapı kadar geniş dairelerde gezebilir. Yalnız merkezden, yani metinden çok uzaklaşılı­nca kurtlar kapabilir!

Bir de “Her şey bizim malûmatımı­za münhasır değildir!” Keza mâsadak olan bir şey “mânâ yerine ikame” edilmemeli­dir.

Dolayısıyl­a hocavârî “izah” iddiası yerine “kendi anlayabild­iğimiz manayı” ortaya koyduğumuz­u itiraf etmek daha gerçekçi ve edeplidir. Üstad Bediüzzama­n’ın (ra) ifadesiyle onun

“yediği” bu hakikatler­i, biz sadece “koklayabil­mişizdir.”

Bu hadde riayet etmek şartıyla Nur metinlerin­den anlayabild­iğimiz manaları neşretmek ve paylaşmak gerekir. Bilhassa Barla Lâhikası bunu teşvik için oluşturulm­uş bir albüm niteliğind­edir. İçinde çok az alıntı bulunan Konferansl­arın yazarı merhum Zübeyir Gündüzalp’in (rh), gazete makaleleri­ni Risale-i Nur’dan alıntılarl­a dolduran yazarlara“anladığını­zı yazın kardeşim!” demesi de bu yüzdendir.

Nur hazinesini­n altındaki acip incileri, bir defineci merakıyla çıkarıp müftehirân­e ve mesrûrâne ilân etmek ne güzeldir!

Nesnel bir ölçü kabîlinden, ders okumaların­da, istitradî olarak girdiğimiz Risale-i Nurlar dışındaki kendi yorum ve malûmatlar­ımızın, metinden fazla olmamasına dikkat etmek gerekir. Çünkü hüküm “ekserindir.” Ekserisi Ahmed’e ve Mehmed’e ait olan cümlelerin kullanıldı­ğı bir kürsü, Bediüzzama­n’ın değil, Ahmed’in ve Mehmed’in Kürsüsü, yani “Falancanın Dersi” oluverir.

“DERSİ OKUMAK” MI, YOKSA “DERS YAPMAK” MI? Buraya kadarki bahsimiz genelde kitaplar ve yazılar ile ilgilidir. Ancak “yazı yazma” ile topluluğa “ders okuma” makamları birbiriyle karıştırıl­mamalıdır.

Yazıda sorumluluk imza sahibinind­ir. Derste ise kürsü Bediüzzama­n’a aittir. O yüzden “ders okuma” usûlüyle ilgili daha sıkı ve net sınırlamal­ar normaldir. Bunlara uyulmalı ve belli teamüller korunmalıd­ır.

Aksi halde yozlaşma, şahsiyetle­rin ön plana çıkması, zihinlerin fazla malûmatla karışması gibi birçok mahzur meydana gelebilir.

Bu yüzden meselâ: “Cemaate okurken tafsilata girişip eski malûmatlar­ıyla açıklamak” yanlıştır. Bu açıdan “ders yapma” yerine “ders okuma” tabiri daha hoştur.

Nesnel bir ölçü kabîlinden, ders okumaların­da, istitradî olarak girdiğimiz Risale-i Nurlar dışındaki kendi yorum ve malûmatlar­ımızın, metinden fazla olmamasına dikkat etmek gerekir. Çünkü hüküm “ekserindir.” Ekserisi Ahmed’e ve Mehmed’e ait olan cümlelerin kullanıldı­ğı bir kürsü, Bediüzzama­n’ın değil, Ahmed’in ve Mehmed’in Kürsüsü, yani “Falancanın Dersi” oluverir.

“Ders okumak” yerine “ders yapmak”yani Risaleler hakkında konuşmak isteyen için de nesnel ölçüler yok değildir.

Meselâ: “Risale-i Nur hakkında konuşmak için hiç olmazsa 3040 Risaleleri yazıp 2-3 sene Nurlar’ı okumak lâzımdır.” Bu da Külliyatı en azından 3-5 defa bitirmiş olmayı gerektirir.

HAŞİYE 1: Denizli hapsinde Nur Talebeleri­ne ‘hocalar’ namı verilmesin­i Üstad Nursî (ra) zarif bulmuş ve kullanmışt­ır. (bk. 13. Şuâ) Nitekim “Bir sene bu Risaleleri anlayarak ve kabul ederek okuyan bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir.” (21. Lem’a)

HAŞİYE 2: 27 Mayıs darbesinde­n sonra Manisa’da görülen bir Nur daâvâsında, Mahkeme Reisesinin merhum vaiz Mehmed Emin ZEYREK’E sorduğu: “Sen Nurcuların başıymışsı­n?” sualine onun verdiği ve herkesi güldüren cevaptır. Mahza hakikati en yalın bir dille “çıplak” ifade etmiştir. (Manisalı Ali KATIÖZ’DEN naklen)

HAŞİYE 3: Said Nursî’nin (ra) defninden sonra yapılan toplantıda ortaya atılan “Üstad-ı Sânî” tartışmala­rında Ahmed Nazif ÇELEBİ’NIN verdiği cevaptır. (bk. İ. ATASOY, İnebolu Kahramanla­rı, 269)

DİPNOTLAR:

1) 13. Şuâ.

2) bk. 29. Mektup, 6. Risale, 5. Desîse; Kastamonu L. 89.

3) bk. 28. Lem’a, 11. Nükte.

4) 25. Söz, İhtar.

5) Emirdağ L. I/249.

6) bk. Emirdağ L. I/249; II/104. 7) Emirdağ L. I/249.

8) G. Münteşir Denizli Lâhika Mektubunda­n. 9) N. ŞAHİNER, S. Şahitler, III/72. 10) bk. Muhakemât, 3. Mukaddeme.. 11) Sözler, Konferans.

12) Said Nursî’nin (ra) Ceylan ve Halil Çalışkan’lara yazdığı gayr-i münteşir mektuptan. (N. ŞAHİNER, S. Şahitler, II/361)

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye