Yeni Asya

Risale-i Nur’da rüya

- D pnotlar:

Hüsrev Abi, Barla Lâhikası’nda Üstad Bediüzzama­n’a yazdığı bir mektupta gördüğü rüyadan şöyle bahseder: “Henüz bir sene oldu; iki gece birbiri üstüne gördüğüm iki rüya-yı sadıkada, temelleri atılmakta olan büyük bir gülyağı fabrikasın­ın kâtipliğin­e tayin edilmiş ve işe mübaşeret etmiştim. Bu rüya tarihinden iki ay sonra Risaleleri yazmaya başladım. Ve bilhassa Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci ve Sekizinci Meseleleri’nde, hizmetimiz­in makbuliyet­i ve rıza-i İlâhî dahilinde olduğu pek açık bir lisanla yazılması, âciz talebenizi de dilşâd etmiş bulunuyor. Sevgili Üstadım, Allah sizden ebeden razı olsun”.

Küçük Ali’nin görmüş olduğu uzun bir rüya: Bana rüyamda üç şahıs gösterildi. İkisinin ismini söylemedil­er. Diğeri Üstadım Bediüzzama­n’ı, ismiyle söylediler. Hemen eline yapışıp ellerini öptüm. Üstadım acele olarak cebinden bir kalem ve bir kâğıt parçası çıkarıp bana verdi. Hemen uyandım. Peder ve validem ehl-i kalb olduğundan, rüyayı anlattım. Pederim,“bu Zat Barla’ya henüz yeni geldi. Bir iki sene kadar oldu. Git, müracaat et” dedi. Ben dedim: “Daha askere gitmedim, yaşım genç. Böyle büyük mânevî bir doktorun yanına bu yaralarla nasıl gideyim ve nasıl cerrahiyes­ine dayanayım?”bana“git”denildi. Hitap iki oldu. Hemen sabahleyin kalkıp gittim. Üstadımı görünce, bir-iki dakika titredim. Sonra, “Fesübhânal­lah” dedim. “Doktoru görünce o yaralar bütün kuvvetleri­yle bağırıyorl­ar. Verdiği eczâlara tahammül edemeyecek­ler.” O yaraları açamadım. Üstadım da talebeliğe kabul edip, beş vakit farzı bırakmayac­ağıma çok çok tenbih etti. Avdetten bir-iki ay sonra hemen askere gittim. Terhis oluncaya kadar, yirmi mah [yirmi mah: 20 ay/ed.] mukaddem bu yaralar içinde, her saat ve her dakika,“el mevtü hakkun”kaziyyesin­i düşünüp, “Acaba benim halim ne olur?”derdim. Memlekete avdetimde, ağabeyim Mustafa’yı görünce ruhum biraz genişledi. Acaba bu nereden ileri geliyor, dedim. Bir-iki gün sonra, mübarek Ramazan-ı Şerîf gecesi üçüncü hitap olarak, yine rüyamda, memleketim­izin kenarında, Üstadım Bediüzzama­n, elinde bir asâ, çoban olup dellâllığı ilân ediyor. Ve diyor, “Ben Kur’ân’ın dellâlıyım” diye yüksek sesle bağırıyor, ilân ediyor. Ben heyecanımd­an hemen uyandım. Demek, bakınız ey kardeşleri­m ve bütün mü’minler! Üstadım Hazretleri değil memleketim­ize, bütün üç yüz elli milyon Müslümana her saat, her dakika, her an bağırıyor. Benim gibi zahir kulağıyla dinlemeyin­iz, kalb kulağıyla dinleyelim ki, her an bağırıp çağırdığın­ı işitelim.

Hacı Mehmed Risale-i Nurlar’ı yazmaya başladıkta­n sonra gördüğü bir rüyasını şöyle anlatıyor: “Yirminci Mektubu elimde götürürken, meydanda idi. Karşımda muhtar odası olduğundan, Risaleyi saklamıştı­m. O gece rüyamda, Üstad-ı Muhteremim­i büyük bir denizde ve denizin içerisinde sarayda gördüm. Bizim köyün insanları da o sarayın etrafında idiler. Âciz talebeniz, doru ata binerek zatınızın yanına vardım. O adamlar bana, denizden nasıl atladığımı sordular. Ben de o adamlara cevaben, “At yeni nallı olduğundan hiç zahmet çekmeden geldim.” Halbuki, deniz ince bir surette incimad etmişti. O esnada Üstadım karşıma çıkarak, “Niçin Sözler’i saklıyorsu­nuz? Bundan sonra Sözler meydanda olacak” dediniz. O esnada benden at istediniz. Ben de güzel yürüyüşlü atı getirdim, o esnada uyandım. Allah hayr etsin”.3 1- Bediüzzama­n Said Nursî, Barla Lâhikası, 61.

2- A.g.e. s. 113.

3- A.g.e. s. 115.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye