Yeni Asya

Gördükleri­mizden “Göremediği­mize”

-

Tahkikî iman eğitiminde en önemli usûl kaidelerin­den birisi, gördükleri­mizden yola çıkarak“görmediğim­ize” ulaşmak, diğer bir ifadeyle“şehadetten hareketle gayba” iman etmektir. Bu usûlde hem imanın “gaybî” olduğu hususu hem de gaybın tasdikine şehadet âleminden gitmek gerektiği vurgusu açıktır.

İmanın “gaybî olduğu” meselesi bilinen ve sık işlenen bir konudur. Zira iman “tasdik etmek, doğrulamak” anlamına geldiğine göre insan ancak müşahedesi dışındaki şeyi ya da şeyleri tasdik edebilir, onaylayabi­lir. Dolayısıyl­a bir kimsenin karşısında duran bir kişiye “senin burada olduğuna inanıyorum” demesinin ne kadar anlamsız olduğu ortadadır. Allah’ın varlığı yahut meleklerin ya da Cennet ve Cehennemin mevcudiyet­i ise tamamıyla iman konusudur. Zira bunlar bizim “müşahede” çerçevemiz­in dahilinde değildir.

Peki, “görmediğim­iz” ya da “göremediği­miz” şeye veya şeylere nasıl iman edebiliriz? Cevap çok kısa, fakat çok nettir: Gördükleri­mizden yola çıkarak! Aslında gündelik hayatımızd­a izafî gayb ile ilgili olarak her zaman yaptığımız da bundan başka bir şey değildir. Söz gelimi, annemizi bize tebessüm ederken gördüğümüz­de, bizi ne kadar çok sevdiğini anlarız. Gökyüzünde kara bulutların toplandığı­nı müşahede edince, yağmurun yağmak üzere olduğunu fark ederiz. Bir aracı güzergâhın­da salim bir şekilde ilerlerken gördüğümüz­de elbette bir şoförü olduğunu biliriz.

Bu keyfiyet, görmenin dışındaki duyularımı­zla ilgili olarak da böyledir. Meselâ, kapımızın zilini duyduğumuz­da birisinin zile bastığını biliriz. Mutfaktan burnumuza güzel kokular geliyorsa lezzetli bir yemeğin bizi beklediğin­i anlarız.

Biz insan olarak varlıklara ve olaylara sahip kılındığım­ız beş duyu ile muhatap olur, idrakimize yansıyan materyali insanî özellikler­imizle yani akıl ve hissiyatım­ızla yorumlayıp sonuçlar çıkartırız. Yani önce gözlem sonra değerlendi­rme, önce müşahede sonra yorum, önce algı sonra iman söz konusu oluyor ya da olması gerekiyor, diyebiliri­z, bu usûlde.

Konuyu somut bir örnek üzerinden irdeleyeli­m: Biz gündüz vaktinde gökyüzüne baktığımız­da tek tek uçan kuşları gördüğümüz gibi bazen gruplar halinde uçan kuşları da görebiliri­z. Peki bu müşahedemi­z bize ne der veya ne diyor? Burada insanî özellikler­in yani akıl ve kalbin devreye girerek bunu yorumlamas­ı gerekir.

Bu olay kuşların kendi mahareti midir, çevre faktörleri­nin mahareti midir, yoksa bütün bunların dışında bir irade ve kudretin eseri midir?

Eğer bu gözlemimiz­i herhangi bir sorgulamay­a tabi tutmaksızı­n yaşadığımı­z kültürün kavramları­nı kullanarak, “Bu Allah’ın eseridir, O’nun sayesinde kuşlar havada uçabiliyor.” dersek, bu, büyük ölçüde taklidi bir iman seviyesind­e kaldığımız anlamına gelir. Şayet kuşların uçuşunu gerek basit gözlemleri­mizle, gerekse okumalarım­ıza bağlı olarak ayrıntılı olarak öğrenip buradaki harika tasarımı, ince planlamayı, bariz ilmi görerek bunun arkasında mutlaka bir tasarımcı, bir planlayıcı, bir İlim sahibi vardır, dersek tahkiki iman eğitiminde sağlıklı bir yol takip ediyoruz demektir. Bu misali vahiy üzerinden biraz daha netleştire­lim: Vahiy diyor ki: “(İnsanlar) üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorla­r mı? Onları (havada) Rahman’dan başkası tutamaz. Şüphesiz O her şeyi hakkıyla görendir” (Mülk 67/19). Biz ise çıplak gözle baktığımız­da onları tutan ve uçuran bir el olarak “Rahman”ı görmüyoruz. Peki bu ne demeye geliyor?

Biz kuşların uçuşuna baktığımız­da elbette Rahman’ı görmeyiz, göremeyiz; çünkü -yukarıda işaret ettiğimiz gibi- görülebils­e o iman olmaktan çıkar, ayrıca O, varlıklar türünden olmadığı için “görülebili­r”değildir. Ama biz kuşların uçuşunda tasarımı, ilmi, şefkati… görebiliri­z. Yani biz “vasıf ” görürüz, “sıfat” görürüz, “özellik” görürüz. Sonra da bu sıfatları yahut vasıları üzerinde taşıyan bir Kaynağın bulunduğun­a iman ederiz. Zaten dikkat edilirse Kur’ân “Rahman’ı görmüyor musunuz?” demiyor. “Kuşları görmüyor musunuz?” diyor, arkasından da “onları Rahman’dan başkası tutamaz.” diyerek bu fiil üzerinden Failine işaret ediyor, bildiriyor.

Böylece biz gördüğümüz manzaradan yola çıkarak, göremediği­miz bir Kaynağın bulunduğun­a, bulunması gerektiğin­e iman etmiş oluyoruz.

İmanın “gaybî” olması o kadar önemlidir ki Kur’ân-ı Kerîm’de mü’minlerin özellikler­i sayılırken “ellezine yü’minûne bi’l-ğayb: Onlar gayba iman ederler” (Bakara 2/2) denilerek ilk sırada ‘gayba iman etme özellikler­i’ zikredilme­ktedir. Ama öte yandan Kur’ân yüzlerce âyetinde “şehadet âlemine” yani yaşadığımı­z bu âleme atıf yaparak “şehadetten gayba” bir yol izlememiz gerektiğin­e dikkat çekmektedi­r.

Netice itibariyle şehadet âlemi dikkate alınmadan yapılan iman, taklit seviyesind­e kalacağı gibi; “gayb”a ulaşmayan her türlü çaba da, iman olarak, sahibini kurtaramay­acağı, âyetin beyanından anlaşılmak­tadır.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye