Yeni Asya

Serçe, güvercin ve hüd hüd kuşunun lâtif cilveleri

- Cenk Çalık

R isale-i Nur’da serçe, güvercin ve hüdhüd kuşları genellikle müjde, tebrik ve keramet şeklinde tezahür eden vazifelerl­e yâd ediliyor.

Bir Berat Gecesi’nde güvercinle ilgili bereketli ve kerametli hatırasını bizzat Üstad Hazretleri’nden dinleyelim:“bu sene, Berat Gecesi, Nurcular hakkında çok bereketli ve kerametli olduğuna bir emaresini hayretle gördük. Şöyle ki: Ben, Berat Gecesi’nden az evvel Asâ-yı Mûsâ tashihiyle meşgulken, bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben dedim: “Müjde mi getirdin?” İçeriye girdi, güya eskiden dost idik gibi, hiç ürkmedi. Asâ-yı Mûsâ üstüne çıktı, üç saat oturdu. Ekmek, pirinç verdim, yemedi. Tâ akşama kaldı, sonra gitti, tekrar geldi. Berât Gecesi’nde, tâ sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, Allahaısma­rladık nevinden başımı okşadı, sonra çıktı gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi, bir gece daha kaldı. Demek bu mübarek kuş, hem Asâ-yı Mûsâ’yı, hem Berâtımızı tebrik etmek istedi.” (Emirdağ Lâhikası, s. 202)

Güvercinin ürkmemesi, Üstadın güvercinle diyaloğu, Asâ-yı Mûsâ’yı ve Berâtı tebrik etmesi gerçekten hayret verici hadiseler. Bu durum aynı zamanda Risale-i Nur hizmetinin makbuliyet­ine işaret eden Nurlu bir vakıadır.

Serçe ve Kuddüs kuşları da, Risale-i Nur hizmetinin makbuliyet­ine kerametvar­i bir suretleri şu şekilde ifade edilmekted­ir: “Ve en lâtif bir emâre şudur ki: Dün, birdenbire bir serçe kuşu pencereye geldi, pencereye vurdu. Biz, uçurmak için işaret ettik, gitmedi.

Mecbur olduk, dedim: “Pencereyi aç; o ne diyecek?”

Girdi, durdu, tâ bu sabaha kadar... Sonra o odayı ona bıraktık, yatak odama geldim. Bu sabah çıktım, kapıyı açtım, yarım dakikada döndüm, baktım, “Kuddüs, Kuddüs” zikrini yapan bir kuş odamda gördüm. Gülerek dedim:“bu misafir niçin geldi?”tam bir saat bana baktı, uçmadı, ürkmedi. Ben de okuyordum; bir saat bana baktı; ekmek bıraktım, yemedi. Yine kapıyı açtım, çıktım, yarım dakikada geldim, o misafir de kayboldu.

Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: “Ben bu gece gördüm ki, merhum Hafız Ali’nin (rh) kardeşi yanımıza gelmiş.”

Ben de dedim: “Hafız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek.”

Aynı günde, iki saat sonra çocuk geldi, dedi: Hafız Mustafa geldi; hem Risale-i Nur’un serbestiye­tinin müjdesini, hem mahkemedek­i kitaplarım­ı da kısmen getirdi; hem serçe kuşunun ve benim rüyamın, hem kuddüs kuşunun tâbirini ispat etti-ki, tesadüf olmadığını gösterdi.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 241-242)

Bunlar elbette tesadüf olamaz. Serçe ve Kuddüs kuşlarının her hareketler­i Risale-i Nur hizmetinde vazifeleri­ni bedihi olarak göstermekt­edir.

Hüdhüd kuşu da özellikle Neml Sûresi’nin yirmibeşin­ci âyetiyle bağlantı kurularak tefsir edilmekted­ir. Hayvan ve kuş âleminin arifi olduğu, Hazret-i Süleyman Aleyhissel­âma su bulmada yardım etmesi ve çıkarması, vazifedar ve mübarek olması, kendi sanatının ölçüsüyle Rabbimize ibadet edilmesi gerektiğin­i ders vermesi gibi birçok vazifesi 28. Lem’a şu şekilde haber veriliyor:

“Geçmiş nükteden bahsederke­n hüdhüdü Süleyman’dan bahis açıldı. Israrcı ve sualci bir kardeşimiz: [HÂŞİYE: Sual etmekte çalışkan, yazmakta tembellik eden Re’fet’tir.] 'Hüdhüdün, Cenâb-ı Hakk'ı tavsifte 'Göklerde ve yerdeki bütün gizlilikle­ri meydana çıkaran.' (Neml Sûresi: 25.) diyerek mühim makamda, mühim evsâf-ı İlâhiye içinde, nisbeten hafif bu vasfın zikrine sebep nedir?”

Elcevap: Beliğ bir kelâmın bir meziyeti şudur ki, söyleyenin ziyade meşgul olduğu san’atını, meşgalesin­i ihsâs etsin. Hüdhüd-ü Süleymanî ise, suyu az olan sahrâ-yı Ceziretü’l-arabda gizli su yerlerini ferâsetle, kerâmetvâr­i keşfeden bedevî arîleri gibi, hayvan ve tuyûrun arîfi olarak ve Hazret-i Süleyman Aleyhissel­âma küngânlık eden ve su buldurup çıkarttıra­n mübârek ve vazifedar bir kuş olmakla, kendi san’atının mikyasçığı­yla Cenâb-ı Hakk’ın semâvât ve arzdaki mahfiyâtı çıkarmakla mâbûdiyeti­ni ve mescûdiyet­ini ispat ettiğini, kendi san’atçığıyla bilip ifade ediyor.

Evet, hüdhüd pek güzel görmüş. Çünkü, toprak altındaki had ve hesaba gelmeyen tohumların, çekirdekle­rin, mâdenlerin muktezâ-yı fıtrîsi, aşağıdan yukarıya çıkmak değildir. Çünkü ecsâm-ı sakîle ihtiyarsız, ruhsuz olduğu için, kendi yukarıya çıkamaz; yukarıdan kendi kendine aşağıya düşebilir.

Aşağıdan, hususan toprak sıkleti altında gizlenen bir cisim, câmid omuzundaki ağır yükü silkip çıkmak, kat’iyyen kendi kendine olamaz. Demek bir kudret-i hârika ile çıkarılıyo­r.

İşte, hüdhüd, berâhîn-i mâbûdiyet ve mescûdiyet­in en gizlisini ve en mühimmini kendi arîliğiyle bilmiş, bulmuş; Kur’ân-ı Hakîm onun hakkındaki ifadesine bir i’câz vermiştir.”

(Lem’alar, s. 426-427)

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye