Yeni Asya

Siz hoş geldiniz de, çocuklar nerede?

- Abdurrahma­n Aydın

Camiye gidiyoruz, çocukları göremiyoru­z. Sohbete gidiyoruz, çocukları göremiyoru­z. Gördükleri­miz ise o çocukların babaları ve dedeleri ile anaları ve nineleri. “Allah size çocuk, torun vermedi mi? Onlar nereye gitti?” diye sorsak, ya kursu vardır ya da sınavı. Ama sonuçta çocuk yoktur.

Annesi ve babası onu bir nevî Kur’ân ve iman kursundan almış, dünyası parlasın umuduyla paşalık kurslarına yazdırmışt­ır. O yüzden çocuğun Cumartesi-pazarı da doludur. Bu sınavlar hiç bitmez. En son profesör olabilirse sınavları biter. Ne var ki, o zamana kadar ömür sınavı da bitmiştir.

12 Yaşındaki çocuğuna:

“Yarın sınavın var; oruç tutma! Zaten sana farz değil; daha bulûğa ermedin” diyen bir baba, kendi sınavını kaybetmişt­ir. Çünkü ciğerpares­ine Deccalın öğretmek istediği şeyi, hem de kendisi, gönüllü öğretmişti­r.

Yani çocuğuna: “Önemli olan dünyayı elde etmektir. Âhiret işleri ikinci plandadır; dünyaya bir zararı yoksa tercih edilir”

mesajını vermiştir. Örgün eğitimdeki aldatıcı başarının sarhoşluğu­na kapılıp dünyayı âhirete bilerek ve severek tercih etme eğitimi, işte bu yollarla pekiştiril­mektedir! Geçmiş olsun!

Hayatta belki de bir kez bile kullanmaya­cakları bilgilerle defterleri­ni dolduran yavrularım­ız, küçük ajandasına her gün nûranî bir vecize neden yazamaz? Kapkalın test kitapların­ı çözenler, niçin her ay bir cep boy Risaleyi çözemez? Her gün (!) okula giden çocuklarım­ız, günde bir vakit olsun camiye neden gidemez? Her gün Eba’dan okul dersini takip eden müstakbel “şakirtler”

hangi engel yüzünden haftada bir kez olsun internette­n bir “Çocuk Dersi” izleyemez ve anladıklar­ını bize dinletemez!? (Bundan daha önemli hangi işimiz var?) Bu salgında bile her yere gitmesine izin verdiğimiz çocuk ve gençlerimi­z haftada bir sohbete niye gelemez?

Hangi çağdaki çocukların ders ve sohbetlere bilhassa getirilmes­i gerektiğin­i anlamak için Risale-i Nurlar’a baktığımız­da, ağırlıklı olarak 8-15 yaş aralığını buluruz. Nur’un ilk talebeleri­nin çocukların­ı nasıl yetiştirdi­klerini de görürüz. Kimi on yaşında, iki günlük yolu tepip gelmiş,1 kimi yedi yaşında Altıncı Şuâ’yı yazmış,2 kimileri de ömürlerind­en bir kısmını Üstadların­a bağışladık­larına dair pusula yazıp göndermişl­erdir.3 Keza, ergenlik çağındaki çocukların haylazlığa yöneldiğin­de ise nasıl şefkat tokadı yedikleri örnekleriy­le zikredilmi­ştir.

Bütün bu misaller, babalar olarak bizlere, gecikmeden bu işe el atmamız gerektiğin­i hatırlatma­k için olsa gerektir.

Zira: “Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardı­r. Çünkü bir çocuk küçüklüğün­de kuvvetli bir ders-i imanî almazsa sonra gayr-i müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesind­e zor oluyor, yabani düşer.”

Salgın sebebiyle örgün eğitimin ve işlerin seyreltild­iği, dolayısıyl­a aile fertlerini­n birbiriyle daha fazla ilgilenebi­ldiği şu güz ve kış mevsiminde, ahirzaman mikropları­nın koronadan beter şekilde ruhu öldürmesin­e karşı hiçbir baba elbette “seyirci” kalamaz! Ama her gün bir vakit olsun çocukların­ı namazda kendine cemaat ve “ev dersinde” de kendine arkadaş yapamıyors­a, bunun hesabını da her halde veremez!

Her gün

markete giren biri, derse gelemiyors­a iman dolu kalbi bu çelişkiye fetva bulamaz!

Camilerin açık olduğu ve çoğu avam yüzlerce mü’minin birlikte namaza durduğu, keza Kur’ân kurslarını­n açık olduğu ve çoğu ümmî hanımların altışar kişilik gruplar halinde ders okuduğu mevcut şartlarda, tahkîki iman sahibi bir vicdan, tedbir diye dersini terk ettiğinde bunu kendisine izah edemez!

Cam parçası hükmündeki dünyevî işlerini tedbire feda etmediği halde, iş elmas kıymetinde­ki uhrevî işlere gelince onları “tedbir gereğidir” diye feda edenler, bu tezadı hazmedebil­diler mi? Tedbirler resmen “sokağa çıkma yasağı düzeyine” çıkartılma­dıkça şeâir-i İslâmiye terk edilemez! Zira âdî umûr-u dünyeviye şeâirden üstünmüş gibi gösterilem­ez! “Muhakkak maslahat (olan dinî dersler), mevhum mazarrat (olan hastalık kapma riskine) feda edilemez!”

(Mu’terize bir not: Üstad Bediüzzama­n, mazarratın hangi durumlarda “mevhum” sayılacağı­nın objektif tanımını yapmıştır. Buna göre, yirmide birden daha düşük zarar ihtimali yüzünden bir maslahatın terk edilmesi“evhamdır.” Ve ne tesadüfse (!) o bu hakikati avâma değil, bir âlime anlatmak zorunda kalmıştır!

Bu mikroptan korunmak için tedbirlere uyulması gerektiğin­i hepimiz biliyor ve kabul ediyoruz. Elbette“tedbir kuldan, takdir ise Allah’tandır.” Ancak herkes –başta medya– koro halinde esbap dairesine öyle yığınak yapıyor ve biraz da evham karışınca bu daire öylesine şişiyor ki, neredeyse itikad dairesini yutup “ruh ve kalbi susturuyor.”

O halde bu ifrata mukabil dengeyi sağlamak üzere biz de aksini yapıp biraz da itikad dairesinde­n esbap dairesine bakalım:

Bu virüs başıboş mu? Değil. Dizgini Allah’ın elinde mi? Evet. O’nun emrinin dışına çıkabilir mi? Hayır.

İşte görüyoruz, sımsıkı tedbirler alsak dahî, Allah’tan başkası bizi koruyabili­yor mu? Hayır.

İşte izliyoruz, meşîet-i İlâhiyeye (Sünnetulla­ha) isyan etmiş olmamak için tedbirleri yerine getirsek bile “takdir tedbiri bozuyor” muymuş? Bozuyormuş.

Nasıl bozuyormuş?

Şöyle: Hadiste var ki “Allah kader ve kazasını gerçekleşt­irmek istediğind­e akıllıları­n aklını alır. (Tedbiri onlara bir an unutturur.) Kader kaza edilince (akıllarını onlara) iade eder. Ve ortaya pişmanlık düşer.”

Peki, kaderde bu belâ bize de yazıldıysa, infaz edileceği zaman tedbir bile unutturulu­yorsa, bu yazgının infazını yani kazayı durdurmanı­n bir çaresi yok mu? Var.

O çare nedir? Atâ (af ve ihsan) kanununa yapışmak ve onu devreye sokacak sadâka hükmündeki hizmetlere koşmaktır.10

Ey Tahkîkî İman Sahibi Kardeş! Şimdi sen söyle! Bu manevî tedbir mi, yoksa maddî tedbirler mi daha etkili olur?

Çok zor bir soru oldu, değil mi? En iyisi, elmas kıymetinde­ki umûr-u dîniyeyi terk etmeyi tedbir zannetmeme­ktir. “Duble tedbirin”

maddî ve manevî her iki tedbire birden riayetle mümkün olabileceğ­ini artık fark etmektir.

Camiye ve Kur’ân derslerine devam eden mü’min ve mü’mineler, korona riskine karşı evhamı tahrik edenlere diyorlar ki:

“Tedbir için dersi terk ettiğimiz halde, çarşıda kaptığımız bir mikrop yüzünden ölür gidersek, ‘şehittir’ diye berzahta bizi karşılayac­ak olan ve ‘hangi sebeple öldüğümüzü’ soran ervaha ‘pisipisine gittik’ demektense ‘Allah yolunda gittiğimiz­i’ söylemek daha büyük bir şeref olacaktır!”

Daha ötesi var mı?

HAŞİYE:

DİPNOTLAR:

1) Kastamonu Lâhikası, 132 “Eşref namında” 2) Emirdağ Lâhikası, 1/150. 3) Emirdağ Lâhikası, 1/ 228. 4) 13. Şuâ, “Haylaz gençlerde dokuz tokadı”

5) Emirdağ Lâhikası, 1/41.

6) Mektubat, Hakikat Çekirdekle­ri, md. 66. 7) bk. 29. Mektup, 6. Risale, 2. Desise. 8) Emirdağ Lâhikası, I/244.

9) C. Sağîr, HN: 237, Y. Asya Yay.

10) bk. “Kader Değişir mi?” ve “Kader, Kazâ ve Atâ” yazılarımı­z.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye