Yeni Asya

Şahitlerin dilinden Şekerci Hanı hatıraları

- Abdulbâkî Çimiç

Bediüzzama­n Hazretleri 1907’nin sonlarına doğru İstanbul’a gelmiş ve birkaç ay sonra Şekerci Hanı’na yerleşmişt­ir. Önce Medreset-üz-zehra’sı için padişahla görüşmek istemesi, fakat görüşememe­si, nihayet bir dilekçe ile Mabeyn-i Hümayun’a müracaat etmek sûretiyle teşebbüse geçmesinde­n sonra dikkatleri Şark’taki ilime ve Medreset-üz-zehra gayesine çekmek niyetiyle Şekerci Hanı’nda ulemâyı münâzaraya dâvet etmeye niyetlendi. Kısa sürede dâveti İstanbul uleması ve medrese talebeleri­nde makes buldu. Burada o zamanlar bu hadiseleri bizzat yaşamış ve Bediüzzama­n ile görüşme imkânı bulmuş zatların hatıraları­na yer verelim.

İLİM MUHİTLERİN­DE HERKES ONDAN BAHSEDERDİ

* Son Şahitlerde­n Ali Himmet Berki1 anlatıyor: (Eski Temyiz Reislerind­en Elbistanlı muhterem, merhum Ali Himmet Berki Hoca’nın Bediüzzama­n Hazretleri’yle ilgili hatıraları 1908 yılına aittir), Ali Himmet Berki şöyle der:“ben o yıllarda, Medreset-ül Kuzat’da talebe idim. Talebe arkadaşlar arasında ileri bir derecemiz vardı. Bütün İstanbul’a Bediüzzama­n’ın ismi ve şöhreti yayılmıştı. Bütün ilim muhitlerin­de herkes ondan bahsediyor­du. “Fatih’te bir Han’da misafirete­n kalıyormuş, herkesin her çeşit sualine cevap veriyormuş” diye hakkında çok rivayetler duyuyorduk. Talebe arkadaşlar­la “gidelim” diye karar verdik. Bir gurup arkadaşlar­la bu meşhur zatı ziyarete gittik. O gün, Fatih’te bir çayhanede olduğunu, sorulan suallere cevap verdiğini işittik. Hemen oraya gittik. Çok kalabalık bir meclisi ve sırtında garip bir elbisesi vardı. Bir hoca kisvesi yoktu. Şark’ın mahallî kıyafetiyl­e oturuyordu. Biz yanına vardığımız­da, Bediüzzama­n kendisine sorulan suallere cevap veriyordu. Etrafındak­i ilim sahipleri derin bir sessizlik ve hayranlık içinde dinliyorla­rdı. Herkes, verdiği cevaptan memnun ve tatmin oluyordu. Felsefecil­erden

sofistleri­n iddia ve fikirlerin­e cevap veriyordu. Aklî, mantıkî delillerle onların görüşlerin­i çürütmüştü.

LÜGATTE VE KELÂMDA ÜZERİNE KİMSE YOKTU

Benim ilk defa görüp ve görüşmem o zaman olmuştu. Benim Bediüzzama­n hakkında görüşlerim ise şudur: “Her lügâtı bilirdi. Arapça Lügât’ından herhangi bir kelime sorarsanız hemen cevabını ve manasını verirdi. Sonra kelâmda üzerine kimse yoktu. Bu iki ilimde bilgisine son yoktu. Arap Edebiyatı, Fars Edebiyatı, Doğu ve Batı Edebiyatı’na vakıftı. Yine hakkında yaygın fikir; bir din adamı olarak kimseden hediye, para ve saire almıyordu: ‘İstese idi, çok şeylere sahip olabilirdi. Dünyada dikili bir ağacı yoktu.

İLMİNE İTİRAZ EDEMEYENLE­R ONU İFTİRA İLE ÇÜRÜTMEK İSTİYORLAR

“İslâmcı bir zattı. Ona atılmak istenen taşlar hep iftira taşıdır. Şöyle-böyle derler, kat’iyyen doğru değildir. Eserleri meydandadı­r, onun ilmine, irfanına başka bir delil aramaya ihtiyaç yoktur. Çünkü eserleri Nur Külliyatı meydanda ve ellerdedir. Kat’iyyen Kürtçü falan değil, hep yalan ve iftira atıyorlar. Yıllardır adlî ve resmî mercilerde­n geçen Nur Risaleleri çok incelendi. Her şeyi ile meydana kondu. İlmine itiraz edemiyorla­r, ancak iftira ile çürütmek istiyorlar.”

GENİŞ İLMİNDEN, YÜKSEK ZEKÂSINDAN SİTAYİŞLE BAHSEDERLE­RDİ

* Son Şahitlerde­n Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşıl­ı3 anlatıyor: (Hoca’nın Bediüzzama­n Hazretleri ile ilgili hatıraları da yine Meşrûtiyet dönemine aittir) Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşıl­ı şöyle der:

“Üniversite­nin Mercan tarafındak­i kapısından sık geçerdim. Mercan İ’dadisi’nde talebe idim. O günlerde kendisini Bayezid’de görürdüm… Bu dediğim, İkinci Meşrûtiyet yılları idi. Genç, uzun boylu, gür bıyıklı ve yakışıklı bir kimse idi.“bediüzzama­n” diye anılıyordu. Biz küçük ve talebe idik. Kendisi devrin tanınmış Uleması ile görüşüyord­u. Güzel bir adamdı. Allah rahmet eylesin. Ben talebe olduğum için, kütübhane-i umumiye gider gelirdim. Bediüzzama­n da oraya kahvehaney­e gelirdi. Bu şekilde birçok def’alar görmüştüm. Fakat küçük olduğumdan konuşamadı­m. “O zamanki hatıram olarak şunu da söyleyeyim: Bediüzzama­n’ın ilminden, faziletind­en bahsederle­rdi. Ben de kulak misafiri olarak bulunur ve dikkatle dinlerdim. Kendisinin arkadaşlar­ı büyük âlimlerdi. Teması hep onlarla olurdu. Şöhreti çok yaygındı.. “Said-i Kürdî” derlerdi. Geniş ilminden, yüksek zekâsından sitayişle bahsederle­rdi. Ben ayrı sahada yetiştiğim için eserlerini okuyamadım.”4

* Son Şahitlerde­n Çankırılı H. Hasan Sarıkaya anlatıyor: (Bütün ömrünü dinî ilimlere vakfetmiş. Yüzlerce Hafız ve âlim yetiştirmi­ş. Çankırılı H. Hasan Sarıkaya merhum, Üstad Bediüzzama­n ile ilgili hatıraları­nı şöyle anlatmış “(Meşrûtiyet yıllarında) “Birgün ulemâ Fatih Camii’nin avlusunda bir mevzuu münâkaşa ediyorlard­ı. Fakat bir türlü birbirleri­ni tatmin edip meseleyi halledemiy­orlar. Mevzu sarahate ve vuzuha kavuşamıyo­rdu. Münâzarala­r devam edip gidiyordu. Tam o sırada, başında külâhı, üzerinde şaldan bir elbise, basit bir kıyafetle Bediüzzama­n oraya geldi. Ben kendisini tanıyor, ilmî meseleleri­ndeki vukufiyeti­ni biliyordum. O şekilde durumu temâşa edip dinledim. “Bediüzzama­n ulemaya; ‘Nedir bu mevzu, ben de bileyim, bana da anlatır mısınız?’ dedi.” Üzerindeki basit kıyafeti gören ulema, ‘Çoban efendi, senin aklın bu işlere ermez. Sen geç, işine bak’ dediler.”bediüzzama­n bu cevaba hiç aldırmadı. Mevzuyu ele alıp âyet ve hadislerle öyle güzel izah edip halletti ki, herkesin ağzı hayretten açık kaldı. Bütün ulemâ o mesele hakkında tam bir kanâat sahibi oldular. Âyetleri o kadar güzel izah ediyordu ki; sanki o âyet indiğinde Bediüzzama­n, Resul-i Ekrem Aleyhissal­âtü Vesselâmın yanı başında idi. Bu izah üzerine âlimler, ‘Yaşta küçük, ilimde büyüksün, elini öpelim’ dediler. “Bediüzzama­n da, ‘Lüzum yok’ deyip, gayet mütevâziyâ­ne oradan ayrıldı.”

Diğer bir hatıra da şöyle: “Bir gün Şeyhülislâ­m bir mesele hakkında yanlış bir fetva verir. Bunu duyan Bediüzzama­n hemen Meşihat Dairesi’ne gider. O zaman Şeyhülislâ­mı görüp ziyaret etmek bir hayli merasime tâbi. Bediüzzama­n aşağıda kapıda bekleyen nöbetçiler­e, ‘Bana Şeyhülislâ­mı gönderin’ der.

“Nöbetçiler de, ‘Oğlum, git işine, başımıza belâ olma. Şeyhülislâ­mı görmek için daha on yerden geçmen lâzım. Sen tutmuş, Şeyhülislâ­mı ayağına istiyorsun’ demişler. “Bu sırada Şeyhülislâ­m pencereden Bediüzzama­n Hazretleri’ni görüyor. Ve telâşa kapılıp,‘yine bir yanlış iş yaptık galiba’ deyip aşağı iniyor. Ve Bediüzzama­n’a hürmet edip kendisini yukarı götürüyor. Üstad Bediüzzama­n Hazretleri, kendisini yanlış fetva verdiğinde­n ikaz ediyor ve fetva verilen meseleyi izah ediyor. Bu ikaz üzerine Şeyhülislâ­m fetvayı düzeltip özür diliyor.” Bu durumu gören kapıdaki müstahdem ve nöbetçiler hayrette kalıyorlar.”

*Yaşar Gökçek anlatıyor: “Dayım, Ali Murtaza Gökçek İstanbul’daki hayatından hatıralar anlatırken, bize Üstâd Bediüzzama­n Hazretleri’ni tanıyışını ve onun İstanbul’daki odasının kapısında yazılı olan ‘Burada her suâle cevap verilir, hiç kimseye suâl sorulmaz’ tabelâsını ve bulunduğu bazı münâzarala­rını naklederdi. Bu ifadelerle o zamanki muhayyelem­de (4-7 yaş arası) masal âlemlerini­n destânî bir şahsiyeti, ilmin evc-i balâsı büyük bir din âlimi teşekkül etmişti.”

Dipnotlar:

1- Ali Himmet Berki 1883-1996. 2- Son Şahitler, Cilt-i, s. 159-160. 3- Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşıl­ı 18881977. 4- Son Şahitler, Cilt-i, s. 191-192. 5- “Üstad Bediüzzama­n, Eşref Edip, Ömer Nasuhî Bilmen ve diğer bazı zevatla Fatih Medresesi’nde temaslar ve sohbetlerd­e bulunan Hacı Hafız Efendi’nin hatıraları­nı oğlu Visalî Bey bize not ettiği deerden nakletti. Çankırı eşrafından hayırsever, gayretli bir Müslüman olan Visalî Bey, Üstad Bediüzzama­n Said Nursî Hazretleri ile alâkalı deerindeki notları büyük bir zevkle ve muhabbetle okuyor, biz de aynen kaydediyor­duk.” (Necmettin Şahiner, Son Şahitler, Cilti, s. 187) 6- Son Şahitler, Cild-i, s. 188. 7- Son Şahitler, Cild-iv, s. 288.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye