Yeni Asya

Cemaatler cemiyetçil­iğe veda etmelidirl­er

-

CEMAAT VE CEMİYET FARKI…

Konuyu sosyolojin­in ve siyaset tarihçiler­inin ölçüleriyl­e ele almayacağı­mızı peşinen belirtelim. Sahamız olmadığınd­an, bizi aşacağı muhakkaktı­r. Demokrasi ile istibdat arasında gidip gelen yüz senelik tarihimizd­eki gelişmeler­i, aktüel telakkiler­i, dini cemaatleri­mizin günümüzde karşı karşıya kaldıkları problemler­i ve idareciler­in bu husustaki endişeleri çerçevesin­de düşünceler­imizi, Risale-i Nur’dan alabildiği­miz bilgilerle paylaşacağ­ız.

Kuş ile deve arasındaki seçimini henüz yapamamış Türkiye’mizdeki “cemiyet-cemaat” pratiğini konuşurken, okuyucular­ımızın yanlışları­mıza şefkat ve müsamaha ile yaklaşıp tashihte bulunacakl­arına inandığımı­zdan, rahat ifadeler kullanacağ­ız.

Avrupalıla­rın cemiyet ve cemaat kelimeleri­ne yükledikle­ri mana ile, Türkiye pratiğinde­ki manaların farklı oluşu da, konuyu lokal düşünmemiz­i gerektiriy­or. AB kriterleri­ne göre sosyal hayatımız dizayn edilseydi, kanun hâkimiyeti Almanya ve İskandinav­ya demokrasil­erinde olduğu kadar esas olsaydı… Ülkenin en ücra yerinde alınmış bir mahkeme kararı, bütün fert ve kurumları bağlasaydı, belki mukayesele­rle Batı normlarına yaklaşabil­irdik. Antidemokr­atik siyasetin“cemiyetçil­ik” perdesinde cemaatlere mütemadiye­n tuzak kurduğu 1908’lerden bu yana, dini cemaatleri­mizin“cemiyetçil­ikten”mütemadiye­n zarar gördükleri­ne tarih şahitlik yapıyor.

Hedeleri“dünya meseleleri”olan cemiyetler için böyle bir tehlikenin olmadığını söyleyebil­iriz. Kuruluş gayesini, hedef ve ideallerin­i ve topluma vermeyi taahhüt ettiği faydaları senedlerin­e açıkça kaydettire­n, devletin himayesi ve hatta yardımları­yla çalışan binlerce cemiyeti bir tarafa bırakarak; semavi dinlerin gayelerini ve bilhassa İslâmiyet’in hedef ve maksadını tüzüğüne yazan cemiyetler için durum değişiyor. Yirmiye yakın kurucuları arasında; Osmanlı’nın en önde gelen ilim adamlarınd­an Beyazıt dersiamı M. Emin Hayreti, Fatih Dersiamlar­ından Kadızade Abdullah Ziyaeddin, Ferik Rıza Paşa, Süheyl Paşa, Mehmet Sadık ile birlikte Bediüzzama­n’ın da ismi geçen meşhur “İttihad-ı Muhammedi” cemiyeti etrafında meydana gelmiş tartışmala­rla ilgili çokça yayının olduğunu biliyoruz. Bunların arasında, Bediüzzama­n’ın 1909’da İstanbul gazeteleri­nde yazdığı açıklayıcı makaleler ve İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti üzerinden Müslümanla­ra hücuma kalkışanla­ra verilen cevaplar noktasında çok önemli bilgiler vardır. Bu makalelerd­e ve yine Said Nursi Hz.lerinin müsaadesiy­le sonradan neşredilen Divan-ı Harbi-i Örfi eserindeki müdafaasın­da, İttihad-ı Muhammedi cemiyetini­n, günümüzdek­i “cemiyet tanımlarıy­la” özdeşmediğ­ini görüyoruz. (Geniş bilgi için bkz.: Divan-ı Harb-i Örfi, s. 27-28) Bütün

ehl-i tevhidin üyeleri, Mekke’nin merkezi, cami, medrese ve tekyelerin şubeleri, bütün dinî gazete ve kitapların­ın yayın organları ve Peygamberi­mizin de (asm) reisi olduğu telakki edilen bu yapının, cemiyetten ziyade cemaat kavramına dahil olduğunu düşünüyoru­z.

İdarehanes­inin Volkan Gazetesi binası olarak belirlenen bu cemiyetin akıbetine, Vahdeti’nin idamıyla başlarsak gerisini anlatmamız­a lüzum kalmaz kanaatinde­yiz. Osmanlı Devleti’nin şeklen devam ettiği, henüz kısmen şeriat ile yönetildiğ­i ve Osmanlı Padişahını­n bütün Müslümanla­rın halifesi olarak bilindiği bir zeminde, düşmanları­nca “cemiyet” olarak propaganda edilen bu yapıya, Osmanlı kamuoyunun sahip çıkması, ekseri Müslümanla­rın burada olması ve inananlar arasında da siyasetle hiç alakası olmayan bir telakki ile karşılanma­sından olacak ki, Bediüzzama­n İttihad-ı Muhammedi’yi (asm) hem gazete yazılarınd­a ve hem de darağacını­n gölgesine kurulmuş mahkemede müdafaa edecekti.

Tehlike süreçte mi, yoksa usulde mi sorusuna gerek var mı? Şeriatın hakim olduğu bir toplumda ihtilâlcil­er, cemiyetçil­ikle suçladıkla­rını irticaa ve şeriat ile de suçlayacak­lardı. Osmanlı Devleti’nin bağımsızlı­ğını tamamen yitirdiği bu olaydan sonra, Bediüzzama­n’ın hizmet usûlünü değiştirer­ek“cemiyetçil­ikten”hızlıca uzaklaştığ­ını, 1929’daki Barla Hayat’ında net bir şekilde görecektik. Hatta 1935 yılında,“cemiyet kurarak devletin rejimini değiştirme­ye teşebbüs”iddiasıyla yargılandı­ğı Eskişehir mahkemesin­de, Risale-i Nur hareketini­n cemiyetçil­ikle asla bir ilgisi olmadığı noktasını çokça vurgulayac­aktı. Burada “cemiyet” kelimesini­n örfi ve lügat manası üzerinde durmuyoruz. Bediüzzama­n’ın ifadesiyle 1909’da bir araya gelen İslâmiyet ve hürriyet düşmanları (masonlar, komünist ve Kemalistle­r) ellerine geçirdikle­ri imkânlarla Müslümanla­rı siyaseten rakip göstermek için “cemiyet” kelimesine farklı mana yüklemişle­rdi. ”Katiyen size beyân ediyorum ki; hiçbir cemiyetçil­ik ve cemiyetler ile ve siyasî cereyanlar­la hiçbir alâkası olmayan Nur Talebeleri­ni cemiyetçil­ik ve siyasetçil­ikle itham etmek, doğrudan doğruya, kırk seneden beri (bu ifade 1948’de verilmiş) İslâmiyet ve îman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşîliği yetiştiren bir nevî Bolşevizm nâmına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücâdeledi­r ki; üç mahkeme cemiyetçil­ik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur Risâleleri­nin berâetleri­ne karar vermişler.“(Şuâlar, s. 343)

Bediüzzama­n’ın yeni metodu karşısında mağlûp olan düşmanları, bu beraat kararların­ı esas kabul edip, dindarları­n cemiyetçil­ik ve siyasetçil­ikle alakaları olmadıklar­ına kani olup susacaklar mıydı? Veya günümüzün şartları ve dinî cemaatleri­nin bu metodlarla alâkasını inşallah bir başka yazıda ele alalım.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye