Yeni Asya

Husumet ve adavetin vakti bitti

Bediüzzama­n Said Nursî

- Bediüzzama­n Said Nursî

Bütün hayatımda, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede­n kat’î bildiğim ve tahkikatla­rın bana verdiği netice şudur ki:

Muhabbete en lâyık şey muhabbetti­r ve husumete en lâyık sıfat husumettir. Yani hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade

sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adavet, her şeyden ziyade nefrete ve adavete ve ondan çekilmeye müstehak ve çirkin ve muzır bir sıfattır. Bu hakikat Risale-i Nur’un Yirmi İkinci Mektubunda izahıyla beyan edildiğind­en, burada kısa bir işaret ediyoruz. Şöyle ki:

Husumet ve adavetin vakti bitti. İki harb-i umumî, adavetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyle ise, düşmanları­mızın seyyiatı, tecavüz olmamak şartıyla, adavetiniz­i celbetmesi­n. Cehennem ve azab-ı İlâhî kâfidir onlara.

Eski Said Dönemi Eserleri, s. 252

***

İSTİKBALDE SİLÂH, KILIÇ YERİNE, HAKİKÎ MEDENİYET...

Evet, nasıl ki eski zamanda İslâmiyeti­n terakkîsi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatı­nı def’ etmek silâh ile, kılıç ile olmuş; istikbalde, silâh, kılıç yerine, hakikî medeniyet ve maddî terakkî ve hak ve hakkaniyet­in manevî kılıçları düşmanları mağlûp edip dağıtacak.

Biliniz ki bizim muradımız, medeniyeti­n mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleri­dir. Yoksa medeniyeti­n günahları, seyyiatlar­ı değil. Ki ahmaklar o seyyiatlar­ı, o sefahetler­i mehasin zannedip, taklit edip malımızı harap ettiler ve dini rüşvet verip dünyayı da kazanamadı­lar.

Medeniyeti­n günahları iyilikleri­ne galebe edip, seyyiatı hasenatına râcih gelmekle, beşer iki Harb-i Umûmî ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip, öyle bir kustu ki yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah istikbalde­ki İslâmiyeti­n kuvvetiyle, medeniyeti­n mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerd­en temizleyec­ek, sulh-u umûmîyi de temin edecek.

Tarihçe-i Hayat, s. 104

***

CİHAD-I DİNÎ, İMAN-I TAHKİKÎ KILICIYLA OLACAK

Evet, evvelâ, başta “Dinde zorlama yoktur; doğruluk sapıklıkta­n, iman küfürden iyice ayrılmıştı­r.”[bakara Suresi: 256] cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üç yüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mana-yı işarî ile der:“gerçi o tarihte, dini dünyadan tefrik ile, dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükûmetler­de bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor. Ve hükümet, lâik cumhuriyet­e döner. Fakat ona mukabil, manevî bir cihad-ı dinî, imanı tahkikî kılıcıyla olacak. Çünkü dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’ân’dan çıkacak” diye haber verip, bir lem’a-i i’caz gösterir.

Şualar, s. 296

LÛGATÇE:

adavet: düşmanlık.

bürhan: delil.

harb-i umumî: dünya savaşı.

hasenat: iyilikler.

icbar: zorlama, cebretme.

ikrah: zorla ve istediği dışında iş yaptırma.

iman-ı tahkikî: kesin delillere dayalı sağlam ve kuvvetli iman.

lem’a-i i’caz: mu’cizelik parıltısı.

mehasin: iyilikler.

râcih gelmek: üstün gelmek.

rüşd-ü irşad: rüşd ve irşad; mükemmelen doğru yola sevk etmek, İslâmiyet yoluna sevk ve olgunlaştı­rma.

seyyiat: fenalıklar.

ulh-u umûmî: genel barış, dünya barışı.

tebeyyün: meydana çıkma, görünme.

tebyîn: belirtme, açıkça anlatma.

tefrik: ayırma.

zîr ü zeber etmek: altüst etmek.

Husumet ve adavetin vakti bitti. İki harb-i umumî, adavetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye