"Neden siyasetli cemaatlere alâka peyda etmiyorsun?"
Bediüzzaman Said Nursî
Aziz, Sıddık Kardeşlerim! [Hem mânevî, hem maddî birkaç cihette sorulan bir suale mecburiyet tahtında bir cevaptır.]
Sual: “Neden, ne dâhilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlere hiçbir alâka peyda etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve şakirdlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan men ediyorsun? Halbuki eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden, binler adam Risale-i Nur dairesine girip, parlak hakikatlerini neşredeceklerdi. Hem bu kadar sebepsiz sıkıntılara hedef olmayacaktın.”
Elcevap: Bu alâkasızlık ve içtinâbın en ehemmiyetli sebebi: Mesleğimizin esası olan ihlâs bizi men ediyor. Çünkü bu galet zamanında, hususan tarafgirâne mefkûreler sahibi, her şeyi kendi mesleğine alet ederek, hatta dinini ve uhrevî harekâtını da, o dünyevî mesleğe bir nevi’ alet hükmüne getiriyor. Halbuki hakaik-ı imaniye ve hizmet-i Nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye alet olamaz. Rıza-i İlâhîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların tarafgirâne çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlâsı muhafaza etmek, dinini dünyaya alet etmemek müşkülleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-ı İlâhiyeye dayanmaktır.
İçtinâbımızın çok sebeplerinden bir sebebi de, Risale-i Nur’un dört esasından birisi olan şefkat etmek, zulüm ve zarar etmemektir. Çünkü “Velâ teziru vâziratun vizra uhrâ” [En’am Sûresi: 164] yani “Birisinin hatasıyla, başkası veya akrabası hatakâr olmaz, cezaya müstehak olmaz” olan düstur-u irade-i İlâhiyeye karşı, bu zamanda “Muhakkak ki insan çok çok zalim ve çok çok nankördür.” [İbrahim Sûresi: 34] sırrıyla şedid bir zulümle mukabele eder. Tarafgirlik hissiyle, bir canînin hatasıyla, değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adavet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatasıyla bir köye bomba atar. Halbuki bir masumun hakkı yüz cani için feda edilmez, onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz masumu birkaç cani için zararlara sokar. Meselâ, hatalı bir adama müteallik bîçare ihtiyar valide ve pederi ve masum çoluk-çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirâne adavet etmek, şefkatin esasına zıddır. Müslümanlar içinde tarafgirâne cereyanlar yüzünden, böyle masumlar zulümden kurtulamıyorlar. Hususan ihtilâle sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir. Cihad, dinî de olsa, kâfirlerin çoluk çocuklarının vaziyetleri aynıdır. Ganimet olabilir, Müslümanlar onları kendi mülküne dâhil edebilir. Fakat İslâm dairesinde birisi dinsiz olsa, çoluk çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez, hukukuna müdahale edilmez. Çünkü o masumlar, İslâmiyet rabıtasıyla dinsiz pederine değil, belki İslâmiyet’le ve cemaat-i İslâmiye ile bağlıdır. Fakat kâfirin çocukları, gerçi ehl-i necattırlar, fakat hukukta, hayatta pederlerine tâbî ve alâkadar olmasından, cihad darbesinde o masumlar memlûk ve esir olabilirler.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve kârı binler olan Leyle-i Mi’rac’ınızı tebrik ederim. Merhum Hacı İbrahim’in, Re’fet Bey gibi müteallikatlarına benim tarafımdan taziye edip deyiniz ki: “O merhum, Risale-i Nur Talebeleri dairesi içindedir, daima onlara olan duâlara mazhardır. Biz de hususî ona duâ ederiz.”
Said Nursî Emirdağ Lâhikası, 18. mektup, s. 66-68
Hem mânevî, hem maddî birkaç cihette sorulan bir suale mecburiyet tahtında bir cevaptır.