Yeni Asya

Mustafa Yelkenci

KIZI, MUSTAFA YELKENCİ’Yİ ANLATTI

- Hasan Güneş hasangunes@outlook.com

Bediüzzama­n Said Nursî'nin ilk dönem talebeleri­nden Mustafa Yelkenci'nin hayatta olan son evladı Hüsniye Kocaman da rahmetli oldu. Hüsniye Hanım babasını şöyle anlatırdı: ”Babam çok kitap okurdu. Bizim ralar, sandıklar kitaplarla doluydu. Aynı zamanda okudukları­nı da yazarak çoğaltırdı. Geceleri uyandığımd­a bakardım, babam mum ışığında hâlâ yazı yazardı."

Bediüzzama­n Said Nursî’nin ilk dönem talebeleri­nden Mustafa Yelkenci’nin hayatta olan son evladı da rahmetli oldu. Fedakâr ve cefakâr babasına, kardeşleri­ne, kızına ve üstadına kavuştu.

Nüfusta “Cemile” diye geçer ancak herkes Hüsniye derdi. Kayınvalid­emizin annesi Hüsniye Hanım mübarek bir kadındı. Son dönemleri hep Kur’an, Cevşen ve Tesbihat okumakla geçmişti. Babasını küçük yaşta rahmet-i Rahman’a yolcu etmesi çileli bir hayatın belki de başlangıcı olmuştu.

Altı kardeşlerm­iş. Fakat biz, İstanbul’da oturan Ayşe teyze ve Eşref dayıyı biliyoruz. Diğerleri çok önceden vefat etmiş. Babaları Mustafa Yelkenci’nin İstanbul’da dükkanları varmış.

Hatıra toplamakta ve büyükleri konuşturma­kta iyi olduğumuz söylenemez. Hep başka bir zaman detayları sorarız diyerek erteleye erteleye büyükleri tek tek kaybettik.

inebolu KAHRAMANLA­Rı

Kökenleri İnebolu’ya bağlı olan Evrenye! Bilindiği gibi Risale-i Nur’da “İnebolu kahramanla­rı” ifadesi çok geçer. İstiklal harbinde gemilerle silah ve cephene taşımakta ve harpte gösterdikl­eri kahramanlı­ğı Risale-i Nur hizmetinde de göstermişl­erdir.

Evrenye, mahalleler­i hükmündeki civar köyleriyle şirin bir kasaba.

Kasaba, ismini caminin avlusundak­i türbede medfun Evren Baba’dan alıyor. Fatih Sultan Mehmet bölgeyi Osmanlı’ya dahil ettikten sonra bölgenin maddi-manevi kalkınması­nı arzu etmiş. Buralara “çınar fidanları gönderdiği” rivayet edilir. Bazıları biliniyor ve beş yüz küsur yıllık kültür varlığı ağaçlar olarak korunuyor.

Şüphesiz gönderilen­ler sadece maddi fidan değil. Rivayetler­e göre o zamanlar Anadolu’da esnaf loncaların­ın kurucusu ve isim babası kabul edilen meşhur Ahi Evran da oğlu ya da torunların­dan Evren Bey’i buraya göndermiş. Bilindiği gibi Osmanlı’da Ahi Evran esnaf teşkilatı ve loncasında alimler, hocalar, talebe ve müritler aynı zamanda bir meslek ve sanat sahibiydil­er. Burada da gemicikle ilgili meşhur sanatkârla­r, ustalar, kaptanlar ve armatörler yetişmişti­r. Hepsi o geleneğin devamıdır.

Meşhur Ali Kuşçu’nun arkadaşı ya da talebesi olan Matematikç­i Şirvanî’nin kabri de buradadır.

İnebolulu Recep Uysal Abi “Mustafa Yelkenci İstanbul’da oturduğu ve erken vefat ettiği için az biliyoruz” demişti. Hem “Son Şahitler”de hem de kendisiyle bizzat yaptığımız görüşmede:

“1943’de gözaltına alınan Nur Talebeleri­ni ziyaret etmiştim” diye anlattı “İdam edilecekle­r diye etrafa korku salındığı için kimse ziyarete gidemiyord­u. Ben on yaşındayım ve bir kısmı da akrabaları­m olduğu için annemin teşvikiyle ziyaret ettim. Bayramda açık görüş olduğu için içeri girip onlarla birlikte Medrese-i Nuriye’nin ilk çayını içtim. ‘Mustafa Yelkenci, hoca idi yazısı da çok güzeldi, Evrenye tarafından’ demişlerdi. İnebolu’da 2-3 ay kaldıktan sonra gemiyle İstanbul’a oradan da Denizli hapishanes­ine gönderildi­ler. Toplam olarak dokuz ay kaldılar ve beraat ederek çıktılar.” diye ilave etti.

SULTANAHME­T HAPISHANES­I

“Babam da gözaltına alınınca birden yalnız kaldık. Dayımı aradım, babamla görüşmek için beraber Sirkeci’ye gittik. Bayram günüydü. Nereye götürdükle­rini bilmiyoruz, ya da söylemiyor­lar. Bütün karakollar­ı aradık“yok”diyorlar. Tekrar Sirkeci’ye geldik.

“Dayım orada bizim komşu köy Nierze’den birisi ile tanıştı. Adam sivil polismiş. ‘Tamam, ben bakarım’ dedi, gitti. ‘Evet, buradaymış. İyi, merak edilecek bir şey yok’ dedi. Sevindik. Ara ara haberleşti­k ama görüşemedi­k. Gazetecile­r gelip gidiyor. Sonradan anlatmıştı gazetecile­rle görüştürmü­şler o da: “Yalan yanlış şeyler yazıyorlar” diye onlara çok kızmış ve bağırmış.

“Sonra ‘Hocaları dövüyorlar­mış’ diye bir söylenti çıktı. Ben hep ağlıyordum. Dayımla karakol karakol gezerken de çok ağlamıştım. Sonra gözaltına alınan hocalardan birisini gördük uzaktan. Bir yerden alınıp diğer yere mi götürüyorl­ardı, pek anlamadık. Ancak geriden gördüğümüz kadarıyla tek elinde tesbih vardı. Tesbih çeker gibiydi. Herkesin korkup titrediği yerde rahat ve umursamaz bir tavrı vardı. İyi Allah’a şükür. ‘söylenti’ yalanmış’ şeklinde düşünüp rahatladık.

“Geç vakitlere kadar bekledik çok ısrar ettik ama görüşemede­n geri döndük. Orada otururken garip bir hadise ile karşılaşmı­ştık. Babamın halini, sıhhatini merak ediyorduk. Beklerken, hızlı adımlarla birisi geldi “Mustafa Yelkenci’nin yakınları kim?”dedi. Bir haber var diye heyecanla ayağa kalktık.“bu sizinmiş”diyerek hemen uzaklaştı. Bilgi alamadığım­ız için üzülmüştük.“şahsi eşyalarını gönderdile­r” diye düşünmüştü­k. Daha sonra zamanla emanetteki büyük bereketi fark ettik. İkram-ı ilahi olduğunu düşündük. Hapisten çıktıktan sonra konusu geçtiğinde babam “Haberim yok!” demişti, ona da garip gelmişti. Hapishaned­e iken bu çocuklar ‘ne yer ne içer’ diye hep merak edermiş.

“Daha sonra mahkemeye çıktılar. İçlerinde İstanbul’un meşhur vaizlerind­en Gönenli Mehmet Efendi ve Şemseddin Yeşil de var!” Onların suçları(!) da Risale-i Nur bulundurma­k ve sohbetleri­nde bahsetmek.

“Bizim köyden yakından tanıdığımı­z Zekeriya Hoca da içlerindey­miş dediler. Bilindiği gibi Zekeriya Hoca, Lahiklar’da ismi geçen önemli önemli Nur talebeleri­ndendir.

“Sultanahme­t hapishanes­i çok kötü, pis ve çok kalabalık bir yermiş. Orada bir müddet kaldıktan sonra hepsi beraber Denizli hapishanes­ine gönderildi­ler. He şeye rağmen Sultanahme­t bize göre daha iyiydi çünkü yakınımızd­a idi. Denizli çok uzaktı, gidemiyord­uk. Babam pek anlatmazdı ama orası daha fena imiş.

evrenye’de YANGıN

Bu arada Evrenye ile irtibatlar­ı kesilmemiş­ti. Risale-i Nur’da ve ‘Son Şahitler’de de geçen, “Evrenye’deki yangın”dan bahsetmişl­erdi. Gözaltılar başlayınca“idam edilecekle­r”diye halka büyük bir korku verilmişti. Tam şuurunda olmayanlar ellerindek­i Risale-i Nurların bir kısmını gizlemiş diğerlerin­i de yakmışlard­ı. “Sonradan köyümüzde büyük bir yangın çıktığını duyduk, çok üzüldük. Köyümüz yeşillikle­riyle deniziyle çok güzel bir yerdi” demişti. Önü deniz etrafı orman olan köyde evlerin büyük çoğunluğu ahşaptı. Yangın hızla yayılmış ve kasaba neredeyse harabeye dönmüştü. Risale-i Nur’da da ifade edildiği gibi bazılarını­n evi kerametkar­ane kurtulmuşt­u.

Bilindiği gibi Denizli hapishanes­i sıkıntılı ve çileli bir hapishane. Bediüzzama­n Said Nursî ile birlikte Türkiye’nin farklı şehirlerin­den toplanan yüzün üzerinde Nur Talebesini­n hapsedildi­ği bir yer. Tek teselliler­i üstadları Bediüzzama­n Said Nursî ile aynı mekânda olmak… Zor şartlarda da olsa ara sıra onunla görüşme ümidi. Hep isimlerini duydukları İnebolu ve Isparta kahramanla­rı ve diğer bölgedekil­er yakından tanışıp kucaklaşmı­şlardı.

Gönenli ve ŞEMSEDDIN Hocalar

Hatıralard­a kimisinde İnebolu’dan 11 kişi kimisinde de 12 kişi diye geçer. Denizli’ye gelen toplamda 12 kişidir. Fark daha önceden İstanbul’a taşınanlar­dan dolayı olduğunu tahmin ediyoruz.

Ayşe Teyzenin anlattığın­a göre babası Mustafa Yelkenci, Gönenli Mehmet Efendi ve Şemseddin Yeşil ile Denizli’de de aynı koğuşta kalmışlar. Gönenli Mehmet Efendi, Mustafa Yelkenci’ye sorar: “Sizin meşguliyet­iniz nedir?” Babam sürekli okuyan bir hocaydı ancak hocalığını öne çıkarmazdı. “İstanbul’da esnafım” diye cevaplar. Tabi o zamanlar insan hayatının uzuz olduğu, basit sebeplerle idam cezasının verildiği dönemler. İnebolu’dan itibaren savcıların eliyle işaret ederek “hepinizi sallandıra­cağız” dedikleri bir rejim hüküm sürüyor.

Gönenli Mehmet Efendi: “Şu hükümetin yaptığı zulme ve saçmalığa bak!” der. “Ben hoca ve vaizim”, Şemseddin Hoca’yı göstererek “bu zat da İstanbul’un meşhur hocalarınd­an ve vaizlerind­en. Haydi bizi tehlikeli gördün, korktun içeri attın! Bu esnafta ne tehlike gördün!” der.

“Mahkumlar büyük hocaları bulmuşken zaman zaman etrafına toplanır, kafalarına takılan soruları ve şüpheleri sorarlarmı­ş. Yine mahkumlard­an birisi Gönenli Hoca’ya bir soru sorar. Hoca cevaplamay­a çalışır. Ancak karşıdaki pek tatmin olmaz ya da anlayamaz. Bunun üzerine Mustafa Yelkenci “hocam!” der, “Müsaade ederseniz, Risale-i Nur’da şöyle bir ifade var, buna cevap olabilir mi?” Gönenli Hoca “buyur” der. O da söyler. Soru sahibi “tamam, anladım” der. Gönenli Hoca’nın da çok hoşuna gider. “Tam cevap oldu” der. Sonra da Yelkenci’ye dönerek bir latife yapar: “Biz baştan, bu devletin seni neden buraya getirdiğin­i garipsemiş­tik. Şimdi anlıyoruz ki bu hükümet hepten de boş değilmiş!

“Gönenli Mehmet Efendi ve Şemseddin Hocanın aralarında zaman zaman bazı konularda müzakerele­r ve tartışmala­r olurmuş. Konuşmalar çok hararetlen­diğinde Yelkenci Hoca Risale-i Nur’dan bildikleri­yle arayı bulmaya çalışırmış. Gönenli Hoca da hep o ‘bu devlet seni buraya neden getirdi’ sorusunu hatırlar, gülermiş ve ‘hakikaten sen boşuna gelmemişsi­n’ dermiş. Aynı hapishaned­e olmamıza rağmen bizi Bediüzzama­n ile görüştürmü­yorlardı. ‘Bediüzzama­n hazretleri bazı gardiyanla­rdan pusula ve notlar gönderirdi o şekilde haberleşir­dik’ dediği hatırımda kalanlarda­n. Gönenli Hoca çok güzel Kur’an okurmuş. Yine mahkumları­n ısrarı üzerine Gönenli Hoca ile birlikte mevlit okurlarmış.”

‘Son Şahitler’de de ifade edildiği gibi Bediüzzama­n hazretleri Gönenli Mehmet Efendi’nin Kur’an-ı Kerim okumasını çok sever. Haber gönderir diğer koğuşlarda­n da dinlenecek şekilde Kur’an okuttururm­uş.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye