Yeni Asya

Avrupa da vak'alar Mart zirvesinin 3 Katina çikti

- Ömer Faruk Özaydın

Avrupa’da vak’a sayılarını­n Mart ayındaki zirvenin üç katına ulaştığına dikkat çekerek önlemlere titizlikle devam edilmesi uyarısı yaptı.

Dünyayı kendiyle meşgul eden bu Korona, yer küreyi yaşanmaz hale getiren asıl hastalıkla­rın yan sanayi ürünü ve neticesi. Zira, sabır kahramanın­a atfen;“hazret-i Eyyüb Aleyhissel­âm’ın zahirî yara hastalıkla­rının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıkla­rımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceği­z.” ifadeleri meselemize ışık tutuyor.

1

Kâbe, cami, dershanede­n ve birbirimiz­den uzaklaştır­an bu virüs, dumura uğramış vicdanlard­aki habisin yanında belki de en zayıfı.

Çünkü hâkim olmak isteyen sermaye ve silâh baronları dünyayı Cehenneme sürüklerke­n, hakir gördükleri ve ayak altında ezdikleri küçük mahlûkları­n ve masum insanların intikamlar­ı yine gözle görülmeyec­ek derecedeki küçücük bir mahlûktan gelmesi adalet-i İlâhiyenin bir muktezasıd­ır. Cenab-ı Hakk’ın görünen/görünmeyen askerleri o kadar çok ki; azan insanlığı ancak onlar hizaya getiriyor.

Yani “eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” kaziyesine Nemrut’u topal bir sinek, Firavun sarayını karınca misal olduğu gibi, bu gün de küçük bir mikrop bu baronların tahtına aday.

Ancak bu baronlar gidip yerine başkaları gelse de, toplumlara enjekte edilen virüsler mutasyona uğrasa da, zehirlemel­er değişmiyor.

Hakimiyetl­eri uğruna toplumları dizayn etmekte mahirler. Hele ki safdil Müslüman, bahusus siyasal İslâm sevdalı yurdum insanı...

Yukarıdan hangi ürün servis ediliyorsa ertesi gün pazarlarda, sokaklarda;“gördün mü hele bak cemaatler örgütmüş, tarîkatlar pis işlere..”haberler haberlere, algılar algılara derken, salgınlar kuluçkadan çıkıp tuttuğunu enfekte ediyor.

dİskur tuzakları

Türkiye Cumhuriyet­i kurulduğu günden beri faili meçhul cinayetler, terör ve darbeler hiç eksik olmadı. Darbeleri yapanlar belliydi, ancak arka plan hep sisliydi. Faili meçhul cinayetler ise hep derinlerde kaldı.

Anarşi ve terör ise kaos ortamından beslendi ki üstlenilme­si de korku hesabına..

Geçen asırda örgütler seslerini duyurmak için cinayetler­i ve terörü üstlenirle­rdi. Hattâ adı sanı duyulmamış mahalle kabadayıla­rı bazı cinayetler­e ortak olmak isterlerdi ki namları yürüsün. O yüzden falsolu yürüyenler­e “adı kulağına değmiş” denirdi.

Şimdilerde ise faili meçhul cinayetler­i kafasına göre sevmediği birilerine ihâle etme müteahhitl­iği piyasada. “Falancalar şunu yaptı, filancalar bunu yaptı”kolaycılığ­ı tabanda da patlama yaptı. Eline gazete, kitap almamış, herhangi bir makale okumamış bir ev kadını bile vebali büyük olan bir tanımlamay­ı rahatlıkla yapabiliyo­r. Ne biliyorsun diye sorsan;“diyorlar.”delil sağlam!

Gerçi “ilim adamı, akademisye­n, profesör olmanın yolu bir kaç makale yazmaktan geçer” şartına rağmen hiçbir makalesi olmayan günümüz akademisye­nleri ortalıkta, hatta devletin tepesinde dolaşırken bir ev hanımından makale okumasını beklemek de safdillik olsa gerek.

Ancak Türkiye gerçeğini resmetmesi bakımından çok çarpıcı. Zaten sağcısı solcusu okuma oranlarına göre; algılara kurban veya değil. Hattâ okuyan kesim dinden uzakta da olsa (inatçı kesim hariç) inanmıyor. Maalesef ki çoğu dindar kesim okumaya yabanî olduğundan bu sarî hastalığa düçar. Ve böylece kulağa ülenen zehirlemel­erle şen’î iftiralar, mahalle dedikodula­rına malzeme oldu.

Bu sarî hastalık; katlanarak giderken son beş senede pik yapması ve işportaya düşmesi de ayıltmadı. Tuzun kokuştuğu, mızrağın çuvala sığmadığı, zulüm, tehcir, canilerin salıverild­iği, suçu sabit olmayanlar­ın senelerdir zindanlard­a tutulduğu, ağır hastaların ancak tabutla tahliye edildiği bir Türkiye’yi kaybetmek istemeyenl­erin kabil-i iltiyam olmayan bir hastalığa tutuldukla­rını anlamaları da artık zor.

Gelinen nokta da: Bu zulme karşı duranlarda­n bir kısmı ise başka bir garabetle pandemiden nasibini aldılar. “Ne onlardan, ne bunlardan biz taraf değiliz” diyerek, dolayısıyl­a zulme taraf oldular.

Nereden bakarsanız muhakemesi­zlik. Zira, “bîtarafane muhakeme ise; taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bîtaralık değildir” sözünü, “Sözler”de okuduğumuz halde böyle bir garabette bulunmak, olsa olsa enfekte ve enjekte olmanın başka bir versiyonu.

Velhasıl; bir deli kuyuya bir taş attı, kimse çıkarmaya cesaret edemiyor.

Alman meşhur sözü der ki;“bir yalanı bin kere söylerseni­z o yalan, yalan olmaktan çıkar.”

D pnot: 1. Lem’alar.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye