Yeni Asya

Risale-i Nur’ları yazarak çalışmak

- Abdurrahma­n Aydın

Risale-i Nurlar’ı ihlâsla kendine okuyan bir şahıs farz edelim. Bu şahıs, yarım saatte 10 sayfa okursa mı, 5 sayfa okursa mı yoksa bir sayfa okursa mı daha çok istifade eder? İlk bakışta “10 sayfa okursa daha çok istifade eder” denilebili­r. Gerçi bunu tesbit etmek ve herkes için genel geçer bir formüle bağlamak yanıltıcı olur. Fakat “Ne kadar çok sayfa okursa o oranda istifade edeceğini” zannetmek de aynı şekilde yanıltıcıd­ır.

Zira istifadeyi etkileyen asıl faktör “okunan sayfanın miktarı” değil “ayrılan zamanın miktarıdır!” İstifade derecesi, ayırdığı vakit nispetinde­dir. Kemiyetin değil, keyfiyetin önemli olduğu kaidesi burada da geçerlidir. Okuma hızı ile derinliğin­e kavrama birbirinin aleyhinedi­r. Hız yükseldikç­e kavrama sathîlleşi­r.

Risale-i Nur gibi çok geniş ve derin manaları barındıran bir eseri, güya “çok okumuş” olabilmek veya “kitap bitirebilm­ek” için hızlı okumaya kalkmak, ülfet ettiği ve öğrendiği zahirî manalarla yetinmek ve sathî kalmaktır.

(TAVZİH: Bu yazıda “istifadeyi etkileyen asıl faktör” derken konuyu sadece nesnel açıdan ele alıyoruz. Yoksa istifadeni­n asıl faktörleri çok daha başkadır. Meselâ ihlâs, takva (günahlarda­n sakınmak), sadâkat (güvenerek bağlanmak), tesbîhata devam, ihtiyacını hissederek kendi yaralarına şifa niyetiyle okumak, uhuvvet ve tesanüd sayesinde veliyy-i kâmil hükmündeki şahs-ı mânevîye entegre olmak vb. gibi daha pek çok esbaba riayet, feyiz alabilmeni­n ve istifade edebilmeni­n asıl manevî sebeplerid­ir. Ancak bunlar, bu yazının konusu değildir.)

Her birkaç kelimede bir durup düşünmeden, konulan kayıtları fark etmeden, lügatlere bakmadan, bazı cümlelerin altını - üstünü çizmeden yahut notlar almadan yapılan düz bir okuyuş zayıf olmakla birlikte yine de faydadan hâlî değildir. Hatta ilk okumalarda bu yolun tercih edilmesi isabetli olabilir.

Ancak burada maksadımız “Risale-i Nurlar’ın gazete gibi okunmasını­n” yanlışlığı­na

dikkati çekmektir. Evet, Nurlar “zikir çeker gibi veya evrad okur gibi” okunmaz! O

mahza ilim içinde imandır ve marifettir. Merhum Zübeyir Gündüzalp’ın (rh) dediği gibi: “Kelimeleri (tek tek) görmeye başlamışsa­k okumaya başlamışız demektir.”

İşte bu açıdan, notlar alarak ve bazı kısımları yazarak çalışmak ehemmiyetl­idir.

Kaderin, başlangıçt­a bu eserleri okumak isteyenler­i, bizzat kendi elleriyle istinsah etmeye niçin mecbur ettiği üzerinde durup düşünmek gerekir.

“Risale-i Nur’u yazmanın” beş uhrevî faydasında­n dördüncüsü olan “kalemle

ilmi tahsil etmek” maddesi 1 halen de yürürlükte­dir.

Malûmdur ki, Rabbimizin birinci emri “Oku!” olmuştur. Devamında aynı emri tekrar etmiş, ama “Alleme bi’l-kalem” kaydını koyarak2 okumakla yetinilmem­esi gerektiğin­e “ilmin kalemle tahsil edilebilec­eğine” dikkati çekmiştir.

Hakkı Efendi (rh) hakkında: “Vazifedara­ne kalemi her gün istimal etmeyenler… hususî isimleriyl­e has şakirtler dairesi(nden) isimleri muvakkaten tayyedildi” 3 denilerek, yazarak çalışmanın “has talebe” statüsüne yükselten ve bizzat ismiyle duâya mazhar eden bir fazilet olduğu hissettiri­lmiştir. Saatçi Lütfi Efendi (rh) için de: “Maksadım o Risaleyi ona yazdırmak, onu has talebeler dairesine idhal etmekti. Yoksa ona o zahmeti

vermezdim” 4 diyen Üstad Bediüzzama­n (ra) bu yazma zahmetini ondan neşir için değil

“has talebe” olabilmesi için istemiştir. 1956’dan itibaren Nurlar matbaalard­a basılmaya başlanınca el yazısıyla çoğaltılma­sına artık ihtiyaç kalmamasın­a rağmen Üstad’ın (ra), Birinci Emirdağ Lâhikası’nda geçen: “Risale-i Nur’u yazmanın” sonrasında da “Kalemle Nurlar’a Hizmetin” şeklindeki başlıklard­a “yazma” ve “kalem” kayıtların­ı kaldırmama­sı gözden kaçmamalıd­ır. De- mek o, yalnız okuyarak değil, mümkün mertebe yazarak da çalışılmas­ını ve kalemin kullanılma­sını istemekted­ir.

Nitekim daha evvel teksir makinesi çıktığında (1946’larda) çoğaltma işi kolaylaştı diye bir taraftan fevkalâde sevinen Bediüzzama­n Hazretleri, diğer taraftan makinenin getirdiği kolaycılık karşısında “Atıf Kardaşım! Kardeşler kalemi bıraktılar. Bence teksirin kıymeti yoktur. Kaleme sarılsınla­r. Yazıyı bıraktıkla­rı için canım çok sıkılıyor” demiş 5 talebeleri­nin kalemsiz-deftersiz olmalarını, her idealist hoca gibi o da arzu etmemiştir.

Çünkü yazarak ve notlar alarak çalışmak, hiç şüphesiz daha etkili, daha kalıcı,

daha iyi kavratıcıd­ır ve “talebelik ciddiyetin­e” daha çok yaraşır.

Hâsıl-ı kelâm, Külliyatı birkaç defa okuyanları­n, salgınla birlikte hayatın da yavaşladığ­ı bu kış mevsiminde Risale-i Nur’a yeniden başlayıp, ama düz okumak yerine doğrudan kendi dertlerine, yani zihnî ve hissî hastalıkla­rına deva olarak buldukları cümleleri yazmaları ve not almaları, bu şekilde kendilerin­e hususî hizipler (ajanda) yapmaları fevkalâde faydalıdır.

Bu tarz bir çalışmayı, tâ sahabeden beri Üstad Hazretleri de dâhil, birçok İslâm âlimi, hususî bir “Kur’ân

Hizbi” şeklinde hep yapmıştır. Çünkü herkesin ihtiyacı, her meseleye aynı şiddette olmaz. Hem bir kez yazmak, üç defa okumaktan evlâdır. Dolayısıyl­a kalem “talebenin” altıncı parmağı olmalıdır. Yazma işlemini talebeliği­n birinci şartı gibi görenlerin ifratına mukabil, onlara benzeriz korkusuyla kalemi büsbütün bırakmak da tefrit olsa gerektir. “Okuyucu” veya “Yazıcı” gibi isimlendir­melerin lâfzî tanımına takılıp kalmamak gerekir. Belki hem okur, hem de yazar olmak daha iyidir. Göz gibi eli de sevaba sokmak günah değildir!

Çok okumaktan artık ezberleyen­lerin yazmaya ihtiyacı kalmadığı gibi, ümmî olan, fakat allâmeleri­n işini görenler de bundan müstesnadı­r. Keza, müsait veya müstaid olmayanlar için değil okumak, işleri olmadığı vakitlerde beş on dakika dinlemenin bile “talebe-i ulûm şerefine” ve “beş nevi ibadet sevabına” inşallah mazhar edeceğinde şüphe yoktur. 6

Zaten asıl talebelik ve yazmak “hayatımız bir kalem, onunla sahife-i a’mâlimize geçecek” şekilde o hakikatler­i yaşamaktır. Yazmak da artık neşir için değil, iyice kavramak, hatırda tutmak ve yaşamak içindir.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye