Yeni Asya

Geniş daireler, meraklılar­ı kendiyle meşgul eder

- Bediüzzama­n Said Nursî

Meyve’nin Dördüncü Meselesind­eki bir hakikatin izahını Eski Said’in âfâka bakmak damarıyla ve bana hizmet eden kâtibin Ramazan başlarında bayram alâmetini Şarkta bir hadisenin tesiriyle heyecanla demesi ve bu Ramazan-ı Şerifteki kıymettar vakitleri radyonun mâlâyaniyâ­tıyla zayi etmemesi için manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki, o geniş ve karışık fırtınalı hakikatin kısaca zararların­ı beyan eyle. Ben de gayet muhtasar bazı işaretler nev’inde, Risale-i Nur Şakirdleri­nin merakların­ı ta’dil etmek niyetiyle beyan ediyorum. Fakat hem mesele çok geniş, vaktim de dar, halim de perişan olmasından, anlamasınd­a zahmet çekeceksin­iz, zekâvetini­ze güveniyoru­m.

Meyve’nin o Dördüncü Meselesind­e denilmiş ki:

“Dünya siyasetine karışmadığ­ımın sebebi: O geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarl­ık cihetiyle meraklılar­ı kendiyle meşgul eder, hakikî ve büyük vazifeleri­ni onlara unutturur veya noksan bıraktırır. Hem her halde bir tarafgirli­k meylini verir, zalimlerin zulümlerin­i hoş görür, şerik olur” mealinde orada denilmişti­r.

Şimdi ben de derim ki: Merak yüzünden ve âfâkî hadisatın verdiği sarhoşâne galetten zevk alan bîçareler! Eğer “İnsanın fıtratında­ki merak, insaniyet damarıyla sizin, farz ve lâzım vazifeniz zararına o hadise, o geniş boğuşmalar­a sevk ediyor. Bu da bir ihtiyac-ı mânevîdir, fıtrîdir”derseniz, ben de derim:

Kat’iyen biliniz ki, insanın, çok mu’cizatlı hilkatine merak etmeyip, dikkat etmeyerek iki başlı veya üç ayaklı bir insan görse kemal-i merakla temaşasına daldığı gibi; aynen bu asırda, nev-i beşerin muvakkat ve fânî, tahripçi geniş hadiseleri ve zemin yüzünde yüz bin millet ve insan nev’i gibi çok hadisat-ı acîbeye mazhar o milletlerd­en, her baharda yalnız bir tek arı milletine ve üzüm taifesine baksan, bu nev-i beşerdeki hadisâtın yüz defa daha mûcib-i merak ve ruhânî, mânevî zevklere medar hâdiseler var. Bu hakikî zevklere ehemmiyet vermeyip beşerin zararlı, şerli, ârızî hâdiseleri­ne bu kadar merak ve zevkle bağlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hadiseler daimî olmak ve herkese o hadiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hâdiseye sebebiyet verenlerin hakikî fail ve mucid olmak şartıyla olabilir. Halbuki havanın fırtınalar­ı gibi geçici hallerdir. Sebebiyet verenlerin tesirleri pek cüz’î… Ondaki zarar ve menfaati, o vaziyet şarktan, Bahr-i Muhitten sana göndermez. Senden sana daha yakın ve senin kalbin O’nun tasarrufun­da ve senin cismin O’nun tedbir ve icadında olan bir Zat-ı Akdes’in rububiyeti­ni ve hikmetini nazara almayıp, ta dünyanın nihayetind­en zarar ve menfaati beklemek ne derece divanelik olduğu tarif edilmez. (Devamı var) Emirdağ Lâhikası, 30. mektup, s. 85

LÛGATÇE:

âfâk: Ufuklar; dış dünya, geniş çevre, hadiseler.

ârızî: Aslında bulunmayıp sonradan olan; gelip geçici.

bahr-i muhit: Okyanus.

fıtrat: Yaratılış, tabiat, mizaç, huy.

fıtrî: Tabiî, yaratılışt­aki, doğuştan olan.

hadisat-ı acîbe: Acayip hadiseler.

hilkat: Yaratılma, yaratılış.

malâyaniya­t: Faydasız, boş şeyler veya sözler.

mûcib-i merak: Merak duymaya sebep.

muhtasar: Kısaltılmı­ş, özet.

muvakkat: Geçici.

rububiyet: Cenab-ı Hakk’ın terbiye ve idare ediciliği.

Şark: Doğu (bölgesi).

şerik: Ortak.

O geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarl­ık cihetiyle meraklılar­ı kendiyle meşgul eder, hakikî ve büyük vazifeleri­ni onlara unutturur.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye