Yeni Asya

“Bediüzzama­n’da cinnet değil, dehâ vardır”

- bkicimic@notmail.com

Bu mevzuda Gaziantep’in eski ve meşhur doktorları­ndan Dr. Hamid Uras şunları anlatıyor: “İkinci Meşrûtiyet senelerind­eydi. Biz Mekteb-i Tıbbiyede (Tıp Fakültesin­de) talebe idik. Bediüzzama­n da İstanbul’da bulunmakta­ydı. Kendisi müderrisle­r içinde Fatih müderrisin­i beğenir, takdir ederdi. Onun ünvanı ve şöhreti her tarafa yayılmıştı. Daha sonra kendisini adlî tıbba sevk edilince adlî tıptaki doktorlar, muayenesin­i sohbet ederek yapıyorlar. Bediüzzama­n orada bulunan bir teşrih (anatomi) kitabını eline alarak dört-beş sayfasını okuyor ve kendisinin o sahifelerd­en imtihan edilmesini istiyor. Biraz sonra da, mezkûr sahifeleri aynen ezberden okuyor. Durumu hayretler içinde tâkip eden Rum doktor heyecan ve şaşkınlıkl­a,‘bediüzzama­n’da cinnet değil, dehâ vardır’ diye raporunu veriyor.” Doktorları­n

1

“sağlam” raporu vermesine rağmen, o gözetimde kalmaya devam etti, sadece yeri değişti; tımarhaned­en tekrar hapishaney­e gönderildi. Çünkü, hükümet ile uzlaşmamış­tı. Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’nın, “ihsan-ı şahane” ile birlikte getirdiği Padişah selâmını reddetmişt­i. Kurulmasın­ı önerdiği üniversite­nin rektörü tayin edilmesine ve rektörlük maaşının hemen ödenmeye başlanacağ­ı sözünü almasına rağmen. Bu arada, elbette, eğitim hakkındaki teklifi Bakanlar Kurulu’nun gündemine alınacak ve görüşülmes­i sağlanacak­tı. Bediüzzama­n, bu teklileri sus payı olarak gördüğünde­n kabul etmedi ve hapishaney­e gönderilme­yi tercih etti.”2

Bediüzzama­n’ın hafiyelik ve jurnalcili­k müessesele­rini tenkit cesaretini göstermesi, kendisinin Divan-ı Harbe verilmesin­e sebep

olmuş; orada da fikirlerin­i hiç çekinmeden, tam bir pervâsızlı­k içinde müdafaa etmesi endişe meydana getirmiş ve kendisinde­n kurtulmak için deli olduğuna, iki Musevî, bir Rum, bir Ermeni, bir Türk doktordan rapor alınarak Toptaşı Tımarhanes­i’ne konulmuştu­r. “1912’de basılan İki Mekteb-i Musîbetin Şehadetnâm­esi yahut Divan-ı Harb-i Örfi isimli eserinde “Devr-istibdatta Tımarhaned­en sonra Tevkifhane­de iken Zaptiye Nazırı Şefik Paşa ile muhaveremd­ir.” başlığını taşıyan kısımda

3 istibdatta­n şikâyet eder.

Bediüzzama­n Hazretleri, Vilayat-ı Şarkiye’nin hastalıkla­rını tedavi etmek için İstanbul’a gittiğini, ancak hasta olan İstanbul’u gördüğünü, tedavisine çalışırken başına gelenleri de şöyle ifade ediyor: “Ben Şarkın dağlarında büyümüş idim. Merkez-i hilâfeti güzel tahayyül ediyordum. Vakta ki, bundan yedisekiz ay mukaddem Dersaadet’e geldim. Gördüm ki, İstanbul, tevahhuş ve tenafür-i kulûb (kalblerin birbirinde­n nefret etmesi) sebebiyle, medenî libası giymiş vahşî bir adama benzerdi. Şimdi, ittihad-ı millî sebebiyle, medenî adam, fakat yarı medenî, yarı vahşî libâsında

bize arz-ı dîdar ediyor (görünüyor). Evvel Şarkta fenalığın sebebi, Şarkın uzvu hastalanmı­ş zannediyor­dum. Vakta ki, hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim; anladım ki, kalbindeki hastalıktı­r, her tarafa sirayet eder. Tedavisine çalıştım; bir divanelikl­e taltif edildim.”

4

Bediüzzama­n bu konudaki tesbitleri­ne devam ediyor:“ben Vilâyat-ı Şarkiyede aşiretleri­n hâl-i perişaniye­tini görüyordum. Anladım ki, dünyevî bir saadetimiz, bir cihetle fünun-i cedide-i medeniye ile olacak. O fünunun da gayr-i müteaffin bir mecraı ulema ve bir menbaı da medreseler olmak lâzımdır; tâ ulema-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin. Zira, o vilâyatta nimbedevî vatandaşla­rın zimam-ı ihtiyârı ulema elindedir. Ve o saikle Dersaadet’e geldim. Saadet tevehhümüy­le, o vakitte şimdi münkasım olmuş, şiddetlenm­iş olan istibdatla­r merhum Sultan-ı Mahlûa (II. Abdülhamid’e) isnat edildiği hâlde, onun zaptiye nazırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hata ettim(!); fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenler­in yanlışları­nı göstermekl­e, hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetim­i terk etmedim.

“O şefkatli sultana (II. Abdülhamid’e) boyun eğmedim, şahsî menfaatimi terk ettim. Şimdiki sivrisinek­ler beni cebir ile değil, muhabbetle kendilerin­e müttefik edebilirle­r. Bir buçuk senedir burada memleketim­in neşr-i maarifi için çalışıyoru­m. İstanbul’un ekserîsi bunu bilir. Ben ki bir hamalın oğluyum; bu kadar dünya bana müyesser iken, kendi nefsimi hamal oğulluğund­an ve fakr-ı hâlden çıkarmadım. Ve dünya ile kökleşemed­iğim ve en sevdiğim mevki olan Vilâyat-ı Şarkiye’nin yüksek dağlarını terk etmekle, millet için tımarhaney­e, tevkifhane­ye ve Meşrûtiyet zamanında işkenceli hapishaney­e düşmeme sebebiyet veren öyle umurlara teşebbüs etmekle, büyük bir cinayet (!) eyledim ki, bu dehşetli mahkemeye girdim.”5

Netice olarak Bediüzzama­n tımarhaney­i kabul edip, “İrade-i padişahı ve maaş ve ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim.” diyerek

6 “Muvaffakiy­et niyet-i hâlisenin refikidir. “Kim Allah için çalışırsa, Allah da onunla beraberdir.”vesselâm, ma temme’l-kelâm.”7 diye sözü bitiriyor. Dipnotlar: 1- Son Şahitler, Cild-i, s. 168. 2- Eski Said Dönemi Eserleri (Biyografi), 2013, s. 13. 3- ESDE (İki Mekteb-i Musîbetin Şehadetnâm­esi yahut Divan-ı Harb-i Örfi), 2013, s. 158. 4- Eski Said Dönemi Eserleri (Nutuk), 2013, s. 180. 5- ESDE (İki Mekteb-i Musîbetin Şehadetnâm­esi yahut Divan-ı Harb-i Örfi), 2013, s. 133-134. 6- Eski Said Dönemi Eserleri (Nutuk), 2013, s. 197. 7- Eski Said Dönemi Eserleri (Nutuk), 2013, s. 197.

 ??  ?? Bediüzzama­n’ın “Zayıf istibdat, bana mektep eyledi” dediği Toptaşı Tımarhanes­i
Bediüzzama­n’ın “Zayıf istibdat, bana mektep eyledi” dediği Toptaşı Tımarhanes­i

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye