Dünyayı ahirete tercih asrı ve Risâle-i Nurlar - 1
İbrâhim Sûresi üçüncü âyetinde herhangi bir topluluğun adı zikredilmeksizin genel kapsam içinde şöyle buyruluyor: “Onlarki dünya hayatını ahirete tercih ederler de (insanları) Allah yolundan çevirip onun eğilimini (onu eğip bükme, eğri ve çelişkili görmeyi, göstermeyi) isterler. İşte onlar derin bir sapıklık ıçindedirler.”
Hâlık-ı Kerîm’in bu âyetle; yaşadığı dönem ya da bölge ne olursa olsun bütün insanları uyararak “Dünyayı ahirete tercih etmemek gerektiğini” vurguluyor.
Kur’ân’ın hak kelâm olduğuna inanan her insan kendi iman ve takva seviyesine göre bu İlâhî uyarı karşısında olumlu bir tavır alıyor ve alması gerekiyor.
Şu kadar var ki sosyal yapı, iklim şartları, kültürel arkaplan bakımından nasıl coğrafî bölgeler arasında farklılıklar varsa; karşılaşılan fitneler, iftiralar, otoritelerin durumları ve imtihanî vesileler bakımından da zaman dilimleri arasında da farklılıklar vardır. En açık örnek olarak Asr-ı Saadetle, Hülagu fitnesinin ortalığı kasıp kavurduğu zaman dilimi aynî olabilir mi? Hülagu o asrın deccalı olarak nasıl öyle bir hava estirdi ise, ahirzaman deccalı da ondan daha beterini estirecek demektir. Bir akl-ı selim için bunları normal kabul etmek mümkün mü?
Ya da toplumun birlik ve dirlik içinde bulunduğu Hz. Ömer dönemi ile yeni Müslüman olup, İslâmı yeterince içselleştirememiş kitlelerin bazı sözlerle tahrik edilip ortamı toz dumana kattığı Hz. Osman dönemi aynı kabul edilebilir mi? Kuşkusuz ki hayır, ama Kur’ân-ı Kerîm mesajını bütün kitlelere ve bütün fertlere verdiği için her dönem insanı kendine has olan temel dersini Kur’ân’dan almalı ve imkânlar nispetinde, mukteza’i hale mutabık yorumlayıp uymalıdır. Çünkü “La yükellifullahü nefsen illa vüs aha” ila ahir “kimseye götüremeyeceği yük yüklenmemiştir.”
(Bakara 286) buyrulmaktadır.
Elbette dâvâsının adamı olmayan bedelini ağır veya hafif ödeyip, neticesine katlanacaktır, âlem-i İslâmın bugünkü hali gibi.
Asr-ı Saadetle başlayıp kıyamete kadar devam edecek olan son ve tek din olan İslâmın, her asrı teşvik ve tatmin edecek kural ve kaideleri vardır. Bunlardan biri de, marjinalleşen İslâmı, yeniden mücedditlerle, tecdit ederek orijinalleştirip aslına irca ile İslâm toplumlarının istikametle yoluna devam etmeleridir. Mesele, bu zincirin halkalarının koparılmamasıdır.
Demek İslâm tarihinin bütün zaman birimlerinin kendine has hususiyetleri ve şartları olacaktır, fakat demokrasilerde çareler tükenmezse İslâmiyette hiç tükenmez. Bâdireler aşılmak için vardır ve onların aşılması için bizzat Hz. Peygamber’in (asm) şefkatli ve hikmetli beyanlarıyla bunların aşılması lâzım ve bunlar içinde ahirzamanın çok önemli ve farklı bir durumunun olduğunun bilinmesi gerekir.
Bizzat Efendimizin (asm) ifadesiyle “Âhirzamanda İslâmı yaşamak avucunda ateş korunu tutmak gibidir” (Tirmizi, “Fiten”, 73) Bu müşkül işi yapan bahtiyarlara da, yüz şehit müjdesi vardır. (Müsned’i Firdevsi, 4:19198, Kenzul ummal, 4:1:10100 vb)
Zorluklar ne olursa olsun, kullar samimî bir tazarruda bulunur, fiilî, kavlî duâları da yaparsa, Rabb-i Rahimimiz onları rahmetiyle sarıp sarmalayıp nusretini yar, her iki cihanda payidar edecektir. İşte bu rahmet ve merhamet vesilelerinden en önemlisi bu asırda Risale-i Nur’dur ve onun için Kur’ân-ı azimüşşanın onlara işaret ve beşaretleri vakidir. Bu asrın dehşeti ve çetinliği içinde “reddi uluhiyeti” esas alan “Deccâliyet” insanlığı, “İpdal-i Şer’i” esas olan “Süfyaniyet” İslâm âlemini bir ahtapot gibi kuşatmıştır, Allah’ın lütuf ve ihsanının tezâhürü olarak Risale-i Nur, Kur’ân’ın manevî ok ve silâhlarıyla her iki cereyanı can evinden vurmuş ve Kur’ân’a tabi olanlara hayat bahşetmiştir. İşte Bediüzzaman’ın teşvikiyle 1950’de merhum Menderes’in Demokratları teşvik edip Ezan-ı Muhammediyeyi (asm) aslına döndürme hadisesi de, bunlardan biridir ve ondan sonraki bilumum gelişmeleri iz’ânınıza havale ederiz.
Ahir zaman fitnesi tek yönlü bir fitne olmayıp her alanı kuşatan bir karaktere sahiptir. Bu fitne daha öncede pozitivizm ve naturalizm gibi cereyanları imana karşı kullanmış. Üstad da, ta o zaman onların bellerini; Mu’cizat-ı Kur’âniye, Tabiat Risalesi ve Haşir Risalesi gibi tahkiki iman dersleriyle kırmıştır. Yine aklıma takılıyor başka yok muydu? Evet Bediüzzaman ve Nur Talebelerinden başka onlarla mücadele eden bilhassa o dönemde (1920-1950) yoktu, isterse arayıp bulup beni irşad etsinler. Bundan dolayıdır ki, söz konusu âyet bütün asırlara mesaj vermekle beraber ahirzaman insanlarına daha özel mesajlar vermiştir ve vermektedir, zaten Kur’ân her asırda yeni iniyormuş gibidir ki, öyle olması lâzım, onu isbatı da, o asrın hamiyet ve gayret sahibi âlimlerine düşer.
Onun için Üstad Hazretleri bu âyetin işaretlerinden söz ederken şöyle söylemiştir:
“Bu dahi üç cümlesiyle bazı münasebât-ı maneviye ve muvafakat-ı mefhumiye cihetinde ve hem Risâle-i Nur’un mesleğine, hem mülhidlerin mesleğine imaen bakar ve birinci cümlesiyle der ki, O bedbahtlar, bazı ehl-i imanın (imanları beraber olduğu halde) onlara iltihak delâletiyle, bilerek ve severek hayatı dünyeviyeyi dine ve ahirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi sefahatî hayatı, dinî hissiyata muannidane tercih edip dinsizlikle iftihar ederler.”
Evet Üstad Hazretleri’nin belirttiği üzere dünya hayatının ahirete nispeti camın elmasa nispeti gibidir. Basit, her an kırılma ve parçalanmaya maruz cam parçaları, nasıl bi hemta bir elmasa kıyaslanabilir? Öyle de fani dünyada ebedî saadete kıyaslanamaz. Hele bir mü’minin bu felâkete düşmemesi lâzım, ancak ahir zamanın öyle bir hususiyeti var ki, bilerek camı tercih ettiriyor. Yine Üstad Hazretleri aynı âyeti bağlamında şöyle ifadelendiriyor: “Bu cümlenin bu asra bakan bir hususiyeti var. Çünkü hiçbir asır böyle bir tarzı göstermemiş. Sâir asırlarda ehli dalâlet âhireti bilmiyor ve inkâr ediyor. Elması elmas bilmiyor, dünyayı tercih ediyor.”
Üstad Hazretleri’nin belirttiği üzere dünya hayatının ahirete nispeti camın elmasa nispeti gibidir. Basit, her an kırılma ve parçalanmaya maruz cam parçaları, nasıl bi hemta bir elmasa kıyaslanabilir? Öyle de fani dünyada ebedî saadete kıyaslanamaz.