Muhabbete muhabbet; adâvete adâvet
Kim ne derse desin, ufukta bir erken genel (veya kısmî) seçim var. Özellikle büyük şehirlerde oy ve itibar kaybeden iktidar ittifakı, yeniden bir güç tazelemeye şiddetle ihtiyaç duymakta. Şayet, fezlekeleri hazırlanan milletvekillerinin vekilliği düşerse, mecburiyetle bir kısmî seçime gitme durumu hâsıl olacak. HDP’YI kapatmak yerine, onu takattan düşürerek gücüne güç katma yoluna gitmek daha kârlı görünüyor olsa gerek.
Tabiî, bizim burada asıl derdimiz seçim veya seçimin sonuç tablosu değil. Bizim anlatmak istediğimiz şey, hemen her seçim devresinde vatandaşlar arasında kasten ve planlı bir şekilde tırmandırılmaya çalışılan gerginliğin gereksiz yere vermiş olduğu zararı, karınca kararınca da olsa hafiletmeye çalışmanın ehemmiyetidir.
Bunun için de, en tesirli formül, başlığa aldığımız ifadenin manasında yatıyor: Kaynağı Risâle-i Nur olan o ifadenin net mesajı şudur: Bir taraftan, muhabbet duygusuna muhabbet edin, bir taraftan da adâvet duygusuna adâvet edin ki, birincisi neşv ü nema bulsun; ikincisi ise, zeval bulup hayatımızdan izale olsun.
*
Evet, ne yazık ki, dahildeki siyasî mücadele biraz daha kızışmaya başladı. Dolayısıyla, gerilim yeniden tırmandı. Kin ve adâvet de, alabildiğine şiddetlenme eğilimine girdi.
Böyle zamanlarda, saldırganlık itibar, gaddarlık ise, prim olarak kayda geçiriliyor.
Birbirine karşı cephe alan partiler, liderler, adaylar, hatta fanatik taraftarlar, yek diğerini vurmak için cephanelikleri boşaltıp mevzilere yığınak yapmaktan başka bir şey düşünemez hale geliyor.
Yine, ne yazık ki, sükûnet tavsiyesinin pek tesir etmediği, hatta kàale bile alınmadığı fevkalâde elektrikli, yüksek gerilimli yeni bir dönemden daha geçiyoruz.
“Allah, encamımızı hayreylesin” diyerek, biz yine de üzerimize düşeni yapmaya gayret edelim.
*
Mü’min kardeşine karşı muhabbet beslemek, onun yüzüne tebessümle bakabilmek, her ne kadar kolay ve basit gibi görünse de, bu vaziyeti takınmak ve bilhassa bu hali sürdürebilmek hiç de kolay değil. Çünkü, bunun için en başta “düşmanı gaddar” olan nefisle amansız bir mücadele vermek gerekiyor.
Evet, asıl zorluk burada karşımıza çıkıyor: Nefisle mücadele… Bunu hakkıyla yapan, hele hele bunu uzun soluklu şekilde sürdürebilen, gerçek mânâda yiğittir, pehlivandır, kahramandır…
Dolayısıyla, asıl alkışlanması gereken kimseler de bunlardır. Ama, ne yazık ki, kızıştırılan siyaset cereyanları, bunun tam tersini talep ediyor.
İşin en acı ve feci yönü de şudur ki: Kin ve adaveti, cidal ve husûmeti şiddetlenme taraftarı görünenlerin başında, dindarlık kisvesiyle siyaset yapanlar geliyor. Bu ise, onları kendileri gibi düşünmeyen, onlarla birlikte hareket etmeyen din kardeşlerine karşı huşûnete ve husûmete sevk ediyor.
*
Oysa, din kardeşine karşı muhabbet yerine adâvet beslemek için ise, kendini zorlayıp nefisle mücadele etmeye hiç hacet yok. Zira, bu iş çok kolay.
Nefis ve şeytan, kişiyi böylesi bir meş’um yola sevk etmek için dünden razı. Hatta, bu hususta pek hazırlıklı idmanlı durumdalar.
Kin ve adâvet işinin kolaylığı da esasen buradan kaynaklanıyor. Ne var ki, bu kolaylık için dehşetli bir maraz, bir hastalık ve bu lezzetli balın içinde öldürücü bir zehir vardır.
Bu halin veciz bir tarifini Üstad Bediüzzaman’ın Uhuvvet Risâlesi’nden iktibas edelim: “Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased; hakikatça ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduddur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.”
Bu hakikatli sözlere kimsenin bir itirazı olmaz. Hatta, fikren ve itikâden kabul de edilir. Lâkin, bunun gereğini yapmak ve inandığını nefsinde yaşamak pek zordur ve bu bir nasip meselesidir.
*
Arada muhabbet ve uhuvvet bağları var iken ve bunları tahkim edip kuvvetlendirmek mümkün iken, yine de tutup kin ve adâvet yoluna sapmak, hakikat nazarında sakildir ve bir nevi aşağıya doğru yuvarlanmak gibidir.
Evet, sakil şeyler aşağıda olur. Aşağı yuvarlanmak kolay, yukarı doğru tırmanmak ise zordur.
Bu zorluğu aşmak, aynı kudsî kaynaktan beslenenlerin elbirliği yapması, ittifak ve ittihad içinde hareket etmesiyle mümkün olur ancak.
Ne mutlu, böylesi zorluklara talip olan ihlâs, hamiyet, muhabbet ve gayret sahiplerine...