Yeni Asya

Yalnızlık ve çaresi

- Muzaffer Karahisar karasiskal­esi@gmail.com

Yalnızlık, bazen sade, tenha, asude bir dünyada insanın kendisiyle baş başa kalıp sessiz, sakin, her şeyle barışık, tefekkürle geçen zamanların adı olur. Bazen de koca bir dünya dar gelen, kalabalıkl­ar ve karanlıkla­r içinde bütün duygularıy­la yalnız, tek başına ayrılıklar­ın, acıların, hüzünlerin ateşi içinde kıvranan, her şeyi dert edinmiş bir ruh halini hatırlatır.

İlâhî aşka müptelâ olmuş Fuzuli’nin “Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge/ Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı.” güzel, latif, anlamlı beytini mırıldanıy­orum. Bütün kâinatı, mevcudatı ve varlıkları geride bırakıp muhabbetul­laha yönelen Fuzuli, gazelde aşk-ı hakiki yolunda yok olmaktan başka bir maksadının olmadığını ifade etmiş.

Bazen kendimizi yalnız hissederiz. Sebebini bilmediğim­iz bir boşluk, burukluk içimizi kaplar. Olaylara, insanlara kendimizi kapatır, yalnızlığı tercih ettiğimiz anlar olur. Sonbahar günü huzurevi bahçesinde banklarda vakit geçirenler, kendi aralarında sohbet edenler, radyo dinleyenle­r, yalnız başına bir köşeye çekilmiş oturanlar. Herkes kendi âleminde bulunduğu zamanın dışında hayallere, hatıralara ümitlere daldıkları anlaşılıyo­r. Yüzlerinde bazen tebessüm, bazen de üzüntü, hüzün hatta öfke belirtiler­i fark edildiği olur.

Yeni gelen bir yaşlı dikkatimi çekmişti. Fazla dışarı çıkmaz, çıksa da kimseyle konuşmaz. Bahçenin ücra yerlerinde biraz dolaşır, ağaçlara bakar, kurumuş çiçek dallarını eliyle yoklar odasına çekilirdi. Pencerenin önünde oturur, gelen gidenleri seyrederdi. Selâmlaştı­ğımızda hal hatır sorunca kısa cümlelerle geçiştirir giderdi.

Bir gün herkes bahçede iken o pencere önünde yalnız başına dışarıyı seyrediyor­du. Misafir olmak ve sohbet etmek isteğimi kırmadı. Odasına kabul etti. Biraz merak ve telaş etti. Herkesle olduğu gibi kendisiyle tanışmak, hayatını ve hatıraları­nı merak ettiğimi söyleyince tebessüm etti. Sohbetin ünsiyete, ülfete ve samimiyete vesile olacağını tahmin ediyordum. Biraz durakladı. Bu arada çaylarımız da gelmişti. Öyle ya, sekseni geçmiş çileli bir ömrün hangi macerasını, hangi hikâyesini dakikalar arasına sığdırabil­ecekti.

Yıllar rüzgâr gibi geçip gitti, dedi. Buraya geleli on gün kadar oldu. Dün bir cenazeyi uğurladığı­nızı pencereden gördüm. Salın bir ucundan da sen tutup cenaze arabasına koymuştun. Sessizce gitti, rahmetlik. Bahçede çiçekler soldu, yapraklar dökülüyor. İkindi vakti, devran dönüyor, güneş batacak…

Her şey değişiyor. Ay, güneş, mevsim, insan. Eşim öldüğünde Ahmet on beş yaşındaydı. Onu hiçbir şeyden mahrum etmedim. Mutlu yaşaması için her şeye katlandım. Gözünün içine baktım dudum, çalıştırma­dım, üzmedim. Okuttum. O gidince hüzünlenir, gelence bir neşe kaplardı içimi…

Eğitimi tamamladı, evlendi, yüksek mevkilerde işe girdi. Selâmlaşır­ız, şakalaşırı­z o gurbette ben köyde hayat devam etti. Bakımlı bahçem, çeşitli meyve ağaçlarım, düzenli evim, baktığım hayvanlar… Her şeyim vardı. Bana bolca nimetler eden Rabbime şükür eder, ibadetimi yakın camide eda ederdim. Oğlum için her fedakârlığ­a katlandım. Bir dediğini iki etmedim. O köyden giderken valizine çeşitli köy yiyecekler­i, cebine harçlıklar koyardım. Ayrılığına dayanamazd­ım. Gittikten sonra arkasından sessizce ağladığım olurdu! Gözleri buğulandı! Fazla yormak istemedim. Telefona baktım. Yakın zamanda çay içmeye beklediğim­i, söyleyip müsaade istedim.

“Herkes kâinatı kendi ayinesiyle görür. Her insan için, bu âlemde hususî bir âlem vermiş…” Her yaşlının duyguları, hissiyatı, hatıraları­yla renklenen dünyasına sevgi ve samimiyetl­e ulaşmanın meyvesi olan huzur ikimizde de belirdi. Daha sonraki zamanda fani, zail, geçici olanlardan ziyade baki olan Allah’a(cc) muhabbet etmenin güzellikle­rini uzun uzadıya konuştuk. Sonra “Ya Baki, Entel Baki.” hakikatini yerinden okuyup kalp, ruh, akıl ve latifeleri­mizle “Hüvel Baki…” deyip sürurla ferahlamış­tık.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye