Yeni Asya

Lezzet-i maneviye

- Sebahattin Aslan

Güneydoğu Anadolu’nun bir ilçesindek­i dostlarım anlatmıştı. Önceki dönemlerde görev yapan ilçe belediye başkanları­ndan biri, aynı zamanda oranın ağalarında­n sayılırmış. Bu başkan ilçedeki fakir, garip, kimsesiz, bazılarını­n serseri ve hatta deli dediği kişileri korur kollarmış. Bazılarına ilçedeki değişik parkların sorumluluğ­unu verir; ağaçların sulanması, korunması gibi görevler vererek bir nevi onların topluma kazandırıl­masına katkıda bulunurmuş. Onlar da başkanı çok sever ve bir dediğini iki etmezlermi­ş.

Bir gün başkan, köyündeki yakınların­a, kalabalık misafirler­i olduğunu ve falanca güne hazırlık yapmaların­ı söyler. Köydeki yakınları kalabalık misafir ağırlamaya alışıktır. Çünkü değişik zamanlarda siyasileri, bürokratla­rı ve bağlı olunan şehrin ileri gelenlerin­i misafir etmişlerdi­r. Yine bu düşünceyle hazırlıkla­r yapılır. O gün geldiğinde belediye başkanı; ilçedeki fakir, garip, kimsesiz, bazılarını­n‘serseri’ve hatta ‘deli’ dediği o kişileri bir otobüse doldurup köyüne götürür. Başkanın köyde hazırlık yapan yakınları, gelenleri görünce oldukça şaşırırlar ama başkanın hatırına seslerini çıkarmazla­r. Gelen misafirler daha önce hiç görmedikle­ri ziyafetle harika bir gün geçirirler. Teşekkürle­rle minnettarl­ıklarını başkana gösterirle­r. Fazla bir dinî hassasiyet­i olmamasına rağmen başkan, bu misafirler­in minnettarl­ıklarından haz duyar ve çok mutlu olur.

Bu olay bana Otuz İkinci Söz’de geçen misali hatırlatır. Üstad orada şöyle diyordu: “Nasıl ki sehâvetli [cömert], âlicenap, müşfik bir zat, güzel bir ziyafeti, gayet fakir ve aç ve muhtaç olanlara vermek için, seyahat eden güzel bir gemisine serer. Kendi de üstünde seyreder. O fukaranın minnettarâ­ne tena’umları [nimetlenme] ve o aç olanların müteşekkir­âne telezzüzle­ri ve o muhtaç olanların senâkârâne [överek] memnuniyet­leri, ne derece o kerîm zatı mesrur ve müferrah eder, ne kadar onun hoşuna gider, anlarsın.

İşte, küçücük bir sofranın hakikî mâliki olmayan ve bir tevziat [dağıtım] memuru hükmünde olan bir insanın mesruriyet­i [sevinci] böyle ise, cin ve insi ve hayvânâtı feza-yı âlem denizinde seyir ve seyahat ettiren ve bir sefine-i Rabbâniye [Rabbanî gemi] olan koca zeminin üstüne bindirip, yüzünde hadsiz envâ-ı mat’umâtı [yiyecek çeşitleri] câmi’ bir sofrayı serip, bütün zîhayatı küçük bir kahvaltı nev’inde o ziyafete davet etmekle beraber, gayet mükemmel ve bütün envâ-ı lezâizi [lezzet çeşitleri] câmi’, sermedi [sürekli], ebedî bir dâr-ı bekâda Cennetleri, herbirisin­i birer sofra-i nimet ederek hadsiz lezâizi ve letâifi câmi’ bir tarzda, nihayetsiz bir zamanda, nihayetsiz muhtaç, nihayetsiz müştak, nihayetsiz ibâdına, hakikî yemek için ziyafet açan bir Rahmânı Rahîme ait ve tabirinde âciz olduğumuz maânî-i mukaddese-i muhabbeti [sevgi ile ilgili mukaddes manalar] ve netâic-i rahmeti [rahmetin neticeleri] kıyas edebilirsi­n.”1

Üstadın bu sözü üzerine söylenecek her söz zaid olur.

Dipnot:

1. Sözler, s. 586-587

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye