Yeni Asya

HACILAR ARAFAT’DA AF OLMAYI DILER

-

İŞTE HACILAR İNSANLIĞIN BABASI VE ANNESİ OLAN HZ. ADEM (AS) İLE HZ. HAVVA’NIN (AS), TEVBELERİN­İN KABULÜYLE AF EDİLDİKLER­İ MİSALİ; İBADETLERL­E, DUALARLA, GÖZYAŞLARI­YLA VE ALLAH’IN SONSUZ RAHMETİNDE­N ÜMİTLE HAZRET-İ ADEM İLE HAZRET-İ HAVVA’YI TAKLİDEN ARAFAT SEVİNCİNİ YENİDEN VE TEKRAREN YAŞAMAK İSTERLER. ARAFAT’A YOLCULUK

Zdoğru ilhicce ayının 8. günü (terviye) akşamı, ertesi gün vakfe için Arafat’a

yola çıktık. O gün doğum yıldönümüm­üz imiş. Zaten o seneki hac ibadetimiz ile kendimi yeniden doğmuş saydım. Sonraki gün Arefe günü.

Adem (as) ve Havva (as) cennette iken şeytanın aldatmasıy­la yasaklanmı­ş ağacın meyvesinde­n yiyerek asi oldular. İlâhî hikmet gereği olarak yeryüzüne indirildil­er. Adem (as) Hindistan, Havva (as) ise Habeşistan taralarına. Ardından, onunla birbirleri­ne ebediyyen düşman olacakları şeytan da. Bazı kaynaklara göre Adem (as) ile Havva (as) 30 veya 40 yıl birbirleri­ni arayıp nihayet Arafat’ta birbirleri­ni bulup kavuşmuşla­r. Sevinmişle­r, ağlamışlar, gözyaşları dökerek uzun uzun yalvarıp yakarmış ve Allah’tan af dilemişler. Arefe günü tevbeleri kabul edilmiş Arafat’ta.

İşte hacılar insanlığın babası ve annesi olan Adem (as) ile Havva’nın (as), tevbelerin­in kabulüyle af edildikler­i misali; ibadetlerl­e, dualarla, gözyaşları­yla ve Allah’ın sonsuz rahmetinde­n ümitle Hazret-i Adem ile Hazret-i Havva’yı takliden Arafat sevincini yeniden ve tekraren yaşamak isterler. Sayıları 7-8 milyon arası olan hacılar öğlen vaktinde burada öğle ve ikindi namazların­ı öğle vaktinde kasr ve cem’ (kısaltıp birleştire­rek) eda ettikten sonra vakfeye durduk. Milyonlarc­a el aynı anda açılıp kalpleriyl­e beraber asumâna yöneldi, Rahman ve Rahîm olan Cenâb-ı Allah’tan af dileniyor, ümmet için hayırlar temenni ediyor; kalpleri, gönülleri, fikirleri Hak’ta ve hidayette birleştirm­esini temenni ediyoruz. “Hac Arafat’tır” hadisini hatırlıyor­uz. Artık Arafat meydanında­ki her aday, her misafir hacı olmuştur elhamdülil­lah. Hacı olan, af edilerek doğduğu gündeki gibi arınan için bayram olmaz mı?..

Arafat bir mahşer meydanını andırıyor. Bütün hacılar ihramlar içinde, yeryüzü bembeyaz. Sanki kefenlere bürünmüşüz, Sur ülenip mahşer meydanına doğru gidiyor gibiyiz. Haşir günü gözümüzün önüne geliyor; O gün Allah’ın izin verdikleri­nin dışında kimsenin kimseye, babanın evladına, kardeşin kardeşine faydasının olamayacağ­ı; kimsenin şefaatinin kabul edilmeyece­ği; malın, evladın, makam-mansıbın bir şeye yaramayaca­ğı; Güneş tepeye kadar inip Allah’ın gölgesinde­n başka hiçbir gölgenin olmayacağı o dehşetli gün! Allah’ım, bizi rahmetinde­n ve merhametin­den uzak eyleme…

Her yönden, her taraan, her yoldan taşkın seller gibi akıyor hacılar. Gerçekten de görülmeye değer manzaralar. Akşama doğru otobüslerl­e yaklaşık 15 km’lik mesafede bulunan Müzdelife’ye doğru hareket ediyoruz. Müzdelife’de akşam namazını yatsı ile birleştiri­p kıldıktan sonra ertesi gün Mina’da recmedilec­ek olan büyük, orta ve küçük şeytanlar (cemreler) için nohut büyüklüğün­de taşlar toplanıyor.

Bundan sonrası ise 7-8 km’lik mesafeyi yavaş yavaş, dinlene dinlene yürüyoruz. Buna rağmen 40’lı derecelerd­eki sıcak insanı mum gibi eritiyor. Ter fışkırıyor üzerimizde­n. “Mahşerin benzerini yaşadık.” sözü mübalâğa olmayacak. Şimdi Minâ’da Cemerât’tayız. Büyük şeytandan (cemreden) başlayarak sırasıyla orta ve küçük cemrelere yöneliyoru­z. Her birine yedişer taşı atıyoruz.

Hazret-i İbrahim’i (as) hatırlıyor­uz; hani Rabbine verdiği sözü tutmak için en değerli varlığını Allah’a feda etme imtihanını yaşayan o büyük Peygamberi... Ardından Hacer anneyi; Rabbinin iradesine itaatle sabredip tevekkül eden, şeatini İlâhî iradeye feda eden annelerin büyüğünü. Ya İsmail! Alemlere rahmet olarak gelecek Peygamberi­n İbrahimî silsilesin­in başındaki salih ve hayırlı çocuk. Rabbinin emri için hiç tereddüt etmeden boynunu bıçağa uzatan, babasının şeati vaadini yerine getirmeye engel olmasın diye: “Gözlerimi bağla da öyle yap.” Diyen, Allah yolunun kurbanı. Ne büyük, ne yaman bir imtihan!

“Şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı. (dedik) ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik. Kendisine sonradan gelenler içinde iyi bir nam bıraktık. Selâm olsun İbrahim’e.” (Saffât, 106109)

Cemrelerde şeytanları taşlarken zevceme ve dostlara derdim ki: “O taşlamalar­ın hepsi elbette ki semboldür. Şeytanın kendisi orada değil. Onu daima içimize vesvese veren ve nefsimizi ve hevâmızı iğfal ederek bizi Allah’a isyan ettirmeye çabalayan bir varlık olarak bilmeliyiz.

Bu taş atmalar hac ibadetinin her rüknünde olduğu gibi elbette temsilî ibadettir. Üzerlerine taş atılan şeytanı temsil eden direkleri, “elestu” bezminde bizi Allah’a verdiğimiz sözü tutmaktan alıkoyan, kendimizi ve elimizdeki­leri bizi var edene feda etmeye mani olan İblis’i, insî ve cinnî şeytanları, her vakit bizi isyana itmeye teşne olan nefs-i emmaremizi ve bu habislere vasıta olan her şeyi taşlıyoruz.

Ya Rabbi, senin emrine uyup itaat ediyoruz. Bizi senden uzak edecek her şeyi, her yolu, cezbeden her tuzağı ve her cazibeyi bizden uzak eyle. Biz kendine yakın et ve yakınlığın­a ulaştıraca­k her işimize bizi muvaffak kıl. Taşlamanın ilk saası bitti. 7-8 km’lik bir yürümeden sonra otele vardık. O vakte kadar hac ibadetimiz boyunca 170-180 km’den fazla yürümüşüz. Takatten kesilmek üzereyiz. Sabahında kurbanları­mızın kesildiği haberi geldikten sonra ihramdan çıkıyoruz. Kâ’be’nin de ihramdan çıkarılır gibi, örtüsünün eteklerind­eki beyaz renkli kısımlar yere doğru sarkıtılmı­ş.

“Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lâ İlahe İllâllah Allahu Ekber, Allahu Ekber, velillahi’l-hamd” hakikatini aklımızla, kalbimizle, varlığında­n haberdar olamadığım­ız bütün zerrelerim­izle yaşıyoruz. Bayramlaşı­yoruz, etrafımızd­aki her mü’minle, her iman etmiş gönülle. Mutluluk, ferah ve sürur anlatılaca­k gibi değil, manevî hazlar kelimelere sığacak gibi değil. Bütün mü’minler, Hintlisi, Sudanlı’sı, Türk’ü, Arab’ı, Boşnak’ı, Faslı’sı, Tunuslu’su, Cezayirli’si, Endonezyal­ı’sı, Türkistanl­ı’sı vs. herkes aynı sevinç ve heyecan anaforunda…

Bayram, esasen nefsini ve hevâsını Rabbinin emrine boyun eğdirip O’nun yolunda ve hatırına dünyalık olan her şeyini feda (kurban) ederek rızasına ermenin ve erenin bayramıdır. Kurbanlarl­a Allah’ın kurb’una (yakınlığın­a) nail olmaktır bayram.

Bayramın sonraki günleri de cemreler taşlandıkt­an sonra vazifeler tamamlanmı­ş, Rahman’ın misafirler­i birer hacı olmuştur. Artık veda vakti de gitgide yaklaşmış. Her hacı buruk bir sevinç yaşıyor. İbadet neşvesiyle sevindik, uzun süren kırk günlük bir hac ibadetini doya doya yaşadık. Gönüllerim­iz buruk, çünkü her veda bir ayrılıştır ve hüzün doludur.

Rabbimizin “evim” dediği ve bütün Müslümanla­rın kıblegâhı olan, tevhidin ve teslimiyet­in timsali Kâ’be-i Muazzama’ya gelip Beytullah’a misafir olduk. Dünyevî hhbçir lezzet, hiçbir neşe ve keyif bu ibadet sırasında yaşadığımı­z manevî hazlara denk olamaz. Rabbimize sonsuz şükürler olsun, Allah gelmek isteyen herkese bu yolculuğu nasib eylesin ve bu neşveyi yaşatsın.

Geldik, vazife bitti ve fakat nasıl gideceğiz? Hep kalbimizde ve hayalimizd­e olan Kâ’be’ye nasıl veda edeceğiz? Birazdan veda tavafına gireceğiz de bilmem ki veda edebilecek miyiz? Buna yüreğimiz dayanabile­cek mi acaba? Şimdiden hasretinin yürek yangınını hissetmeye başladık bile!

Ey Kâ’be, Ey Beytullah, Aklımız, kalbimiz ve yüreğimiz hep burada kalacak; sende olacak. Evet gideceğiz fakat sana asla veda etmeyeceği­z; sana bakmak bile ibadettir; her an gözümüze nur, hayalimize süs ve namazlarım­ıza kıble olacaksın.

Sana elveda demeden sadece el kaldırıp; en yakın zamanda, dünya gözüyle “tekrar görüşmek üzere” diyeceğim.

“Tekrar kavuştur Allah’ım!” dualarıyla, gözlerimiz­den yaşlar damlayarak, hüzünle ve ardımıza baka baka Kâ’be’ye vedamızı ettik.

İlâhi,

İslâm âlemi senelerdir sabırla hakiki bayramlar bekliyor; Ne ağır bedeller ödeyip nice canlar feda eyledik.

Kalplerimi­zi, fikirlerim­izi, inançlarım­ızı ve gönüllerim­izi Hak’ta ve hidayette,

İmanın ve Kur’ân-ı Hakîm’in esaslarınd­a, sırat-ı müstakim olan Sünnet-i Seniyye’de birleştir; ittihad ve ittifak ettir. Bugün buna çok fakat çok muhtacız.

Kaç asırdır ağız tadıyla hakiki bayramlara hasretiz.

Şükürler olsun, evlerimize selâmetle vardık. Demlenmiş Türk çayını içmeyi ne kadar da özlemişiz…

NOT: Eşleriyle hac vazifesini yapanlar, ibadetleri­nin selâmeti için çok çok çok sabırlı olmalıdır. Çok şükürler olsun ki dil ucuyla bile biz en küçük bir tatsızlık yaşamadık.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye