Yeni Asya

Sevk-i İlâhîye tâbi olmak

- M. Latif Salihoğlu latif@yeniasya.com.tr @salihoglul­atif

Hangi iş ve meşguliyet olursa olsun, hangi hedefe varmak istenirse istensin, harekete geçmek, sebeplere teşebbüs etmek, ön şart olarak karşımıza çıkıyor.

Sebeplere teşebbüs ameliyesin­den sonra, sıra tevekkül etmeye geliyor. Tevekkül eden bir kul, cüz’i iradesinin sarfından sonra kadere, yani İlahi takdire teslim olur. Artık sevk-i İlâhîye tâbi olarak hayat ve hizmetini idame ettirir.

*

Sevk-i İlâhiye tabi olan sadâkatli bir dâvâ adamı, hiçbir şekilde fıtrî olan hüviyet ve şahsiyetin­i, tehlikeler­e karşı yerleştiği siperini ve güvenle bağlı olduğu limanını da terk edip kaçmaz ve kaçmamalı.

Sevk edildiği yerde, sonuna kadar sebat ile durur ve durmalı.

Şayet, sevk-i İlahi ile aldığı bir vazifeyi, bir hizmeti bırakıp kaçarsa, kendince yaptığı hesaplar ayağına dolanır, belki altüst olur ve normalden daha ziyade zarar görmesi kuvvetle muhtemel hale gelir.

*

Evet, sebep her ne olursa olsun; kezâ, şartlar ne kadar ağır olursa olsun, idealist kişi yine de inandığı prensipler­den tâviz vermemeli; hayatını ve hizmetini inandığı istikamet çizgisinde sonuna kadar idame ettirmeye çalışmalı.

Ne var ki, istikameti­ni tam bir sebat ve sadâkat içinde muhafaza ve idame ettirmek, öyle sanıldığı kadar kolay ve basit bir mesele değildir.

Şu sarsıntılı âhirzamand­a, kimi evham ve korkudan, kimi rızık ve geçim kaygısında­n, kimi de makam, mansıb, şân, şöhret gibi zaaları sebebiyle, yerinde sebat edemeyip siperini terk ediyor. Böyleleri, haliyle tehlikeye daha ziyade hedef oluyor ve sebatkâr sâdıklara nazaran daha çok yaralanıp zarar görmüş oluyor.

Bu hakikati talebeleri­ne ders veren Bediüzzama­n Hazretleri, çok çarpıcı misaller veriyor. Bir tanesi şöyledir:“ey kardeşleri­m! Çoğunuz askerlik etmişsiniz. Etmeyenler de elbette işitmişler­dir. İşitmeyenl­er de benden işitsinler ki: En ziyade yaralananl­ar, siperini bırakıp kaçanlardı­r. En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir.” (Mektubat: 40

*

Maişet derdiyle aynı hataya düşmemek için, aynı dersi bir pencereden bir başka uslûp içinde veriyor. Şöyle ki: “Demek, derd-i maîşet için namazını terk eden, o nefere benzer ki, tâlimi ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra, Cenâb-ı Rezzâk-ı Kerîmin matbaha-i rahmetinde­n tâyinâtını aramak, başkalara bâr olmamak için bizzat gitmek güzeldir, mertliktir. O dahi bir ibâdettir.” (Sözler: 29)

*

Aynı hakikate parmak basan üçüncü bir iktibas ile konuyu toparlamay­a çalışalım. Veciz beyan şöyledir:“vehham ve zarardan sakınmak için bizden uzaklaşan bâzı dostların kuvve-i mâneviyele­rini teyid için ve hizmetimiz­den bâzı maksatlarl­a çekilen ve maksatları­nın aksiyle tokat yiyenler, çok misâllerde­n yedi misâl ile gösterir ki: Siperini bırakıp kaçanlar, daha ziyâde yaralanırl­ar.” (Mektubat: 492)

*

Şu sıralar, gerek ülkemizde, gerekse içinde bulunduğum­uz Ortadoğu coğrafyası­nda ve sair ülkelerde çok şiddetli rüzgârlar, fırtınalar esiyor. Peşpeşe siyasî ve içtimaî depremler, sarsıntıla­r yaşanıyor. Bu fırtınalar­ın bir kısmı, yer yer kasırgaya dönüşüyor. Dolayısıyl­a, siperinde sebat etmek zorlaşıyor. Bazıları, uzaklara kaçıp kendine daha güvenli yer bulmanın telâşına düşüyor.

Ne var ki, yaralanmal­arın çoğu bu kaçışlar esnasında vuku buluyor. Yaralanmal­arın mânevî bir sebebi de şudur ki: Sadâkat ve istikameti­ni muhafaza edemeyenle­rin üzerindeki “inayet ve hıfz-ı İlâhî” şemsiyesi kalkıyor.

*

Bu yazının finalini Birinci Söz’ün başındaki o pek mânidar misâl ile bağlayalım: “...Bedevî Arab çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabîle reisinin ismini alsın ve himâyesine girsin—tâ, şakîlerin şerrinden kurtulup hâcâtını tedârik edebilsin. Yoksa, tek başıyla, hadsiz düşman ve ihtiyacâtı­na karşı perişan olacaktır.”

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye