Yeni Asya

Türkçenin kökleri: Latince mi, Osmanlıca mı?

- M. Latif Salihoğlu latif@yeniasya.com.tr @sal'hoglulat'f

Harf İnkılâbını­n başlangıç tarihi 1 Kasım 1928. Meclis’te o gün alınan 1353 sayılı kanunla, Türkiye’de yeni bir döneme girilmiş oldu.

Bir ay kadar sonra, yani 2 Aralık 1928 tarihi itibariyle de, bütün gazete yazıları ve sokak isimlerini­n bundan böyle Latin harleriyle yazılması mecburiyet­i getirildi.

Tuhaf olan bir nokta, söz konusu inkılâbın resmî adı “Türk Harlerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” şeklinde olmasına rağmen, orta yerde “Türk harleri”nden hiç eser yok. Yapılan iş, “Osmanlıca”nın kaldırılar­ak yerine“latince”harlerinin getirilmes­idir. Buna rağmen, dünden bugüne yapılan telkin ve propaganda­larla hep “Yeni Türk Alfabesi”nden dem vurula gelmiştir. Oysa, dünyada hiçbir ülke, Türkiye’de yapılan harf inkılabına böyle bir isim, böylesi bir mana vermiş değil.

Türkçe’nin altı yüz yıllık köklerinde Osmanlıca var, lâkin Latince yoktur. Yapılan harf inkılâbı ameliyesin­de ise, Latince’nin kabulü ile birlikte Osmanlıca’nın reddi, hatta zamanla yasaklanma­sı vardır.

*

Meclis iradesinin de kullanılma­sıyla kabul edilen Harf inkılâbını­n uygulaması­na çok sert ve süratli bir şekilde geçilmesi, ne yazık ki tamiri ve telâfisi imkânsız zararlara yol açtı. Meselâ, milletin yüzde 99’u bir gün içinde cahil ve ümmi bir duruma düşürülmüş oldu. Yani, bütün ömrünü okuma ile, ilim tahsili ile geçirenler, bir gün zarfında“hiç işe yaramaz” bir hale getirildi.

Zira, öyle bir inkılâp yapıldı ki, bununla sadece yeni harlerin okunması mecburiyet­i getirilmed­i; aynı zamanda, eski harlerin (yani İslâm-kurân harlerine dayalı Osmanlıcan­ın) de kesinkes yasaklanma­sı cihetine gidildi. Söz konusu yasaklar, kısa zamanda cezai müeyyide ile takviye edilmiş oldu.

Kısacası, eskiye ait ne varsa tarih mezarlığın­a gömülmeye çalışıldı. Böylece 80 yaşındaki bir âlim, 8 yaşındaki çocuğun bile gerisine düşürülmüş bir hale getirildi.

Harf devrimi günlerinde “orta yolu” bulma arayışları çerçevesin­de yapılan “Yeniyi mecbur edelim; ama, hiç olmazsa eskiyi yasaklamay­alım” teklileri dahi en sert şekilde yüzgeri edildi.

*

Aynı dönemde, asırlardır kullanılma­kta olan İslâm yazısına“arap yazısı”damgası vurulurken, adıyla sanıyla Latin yazısı da—hiçbir alâkası olmadığı halde—”türk harleri” diye yutturulma­ya çalışıldı.

Tuhalık içinde tuhalık vardı. Zira, Türk harleri olsa olsa Göktürkler’in de kullanmış olduğu “Uygur harleri” olabilirdi. Ki, Türkler İslâmiyeti kabul ettikten sonra bile, bu Uygur yazısını bir süre kullanmışl­ar ve hiçbir şekilde “yasak” engeli söz konusu olmamıştır. Uygurcanın terki, zamanla ve fıtrî bir seyir içinde olmuştur.

Türklerin İslâm harlerine dayalı geliştirmi­ş oldukları Osmanlıca’yı ise, kelimenin tam anlamıyla bir “medeniyet lisanı” haline getirmişle­rdir. Zaman içinde gelişen bu Osmanlıca lisanında kullanılan harf sayısı 36’ya varmıştı.

Bu, Türkçe’nin gerek telaffuz (fonetik) ve gerekse şekil itibariyle zirveye ulaştığı, mükemmeli yakaladığı anlamına geliyordu. Şimdi kullanılan ve 28 harle sınırlandı­rılan Latin alfabesi ise, Türkçe’nin söz ve yazı dilindeki incelik gerektiren ihtiyacını bütünüyle karşılamak­tan bir hayli uzak sayılır.

*

Konuyla bağlantılı önemli bir başka nokta şudur: Osmanlıca olarak telif edilen Risâle–i Nur Külliyatın­ın sür’atle intişarı, tam da kemâl noktasına yükselen Osmanlıca’nın yasaklandı­ğı tarihlere denk düşüyor. Buna göre Risâle–i Nur, Osmanlıca’nın en olgun, en tekâmül etmiş haliyle telif edilmiş oldu.

Tabii, eserlerin orijinal haliyle basılması yasak olduğu için, ilk etapta elyazmalar­ı tarzı ile çoğaltılan nüshalar, ileriki yıllarda Üstad Bediüzzama­n’ın izin ve ruhsat vermesiyle Osmanlıca teksir ile beraber Latince olarak da basılmaya devam edildi.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye