Köyün huzurunu bozan öğretmen
Köyün akilleri durumdan memnundu. Bilhassa hanımlar çok sevinmişti. Artık kocalarının yüzlerini görmeye ve evlerine de huzur gelmeye başlamıştı.
Bu arada (1928) harf devrimi olmuştu. Kıyafet devrimi zaten daha önce yapılmıştı. Gece kursları düzenlenmekteydi.
Mektebe de yeni bir öğretmen gelmişti. Herkes kadın-erkek gece kurslarına katılacaktı. Kurslara katılmayanlara ve çocuklarını mektebe göndermeyenlere çok ağır cezalar verilmekteydi. Bu cezaların içinde hapis cezası da vardı.
Bu arada yeni gelen öğretmen de halkın hiç hoşuna gitmeyecek konuşmalar yapıyordu. Bizi “dinin geri bıraktığını… Avrupa’nın dinden uzaklaşarak ilerlediğini... Onlar, top-tüfek diyerek ilerlerken biz ise Allah Allah diye diye geri kaldığımızı... Dinî inançların safsatadan ibaret olduğunu… Ahiret diye bir şeyin olmadığını... İnsanlar, olmayan cennet ve cehennem ile korkutulduğunu… Cennetin de cehennemin de dünya olduğunu... Gidip de gelenin hiç olmadığını... İnsanlar ölünce yok olacaklarını… Toprak olacaklarını… Kıyametin kopması ve tekrar dirilme diye bir şeyin asla olamayacağını... Ve daha pek çok saçmalıkları halka ve çocuklara anlatıyordu.
Öğretmenin bu durumu halkta büyük bir tedirginliğe yol açmıştı. Duyan herkes rahatsızdı. Devletin baskıcı otoritesinden de halk korkmuştu. Gözbebeği olarak gördükleri ilim yuvasının bu hale düşmesi mektebe karşı halkı soğutmuştu.
Halk, çocuklarını okula göndermemek için ellerinden gelen her şeyi, her bahaneyi yapar olmuştu.
Daha sonraki zamanlarda da halkın yıllarca okullara soğuk bakmasının ve çocuklarını eğitim ve öğretimden kaçırmasının ana sebebi işte bu olsa gerek. Bazı öğretmenlerin yaptıkları dinsizlik propagandası. Jandarma, karakol, dayak, falaka ve evlere baskın, yol çalışmalarında mecburi ücretsiz amelelik, evlerde kap-kacak ve kazanlara varıncaya kadar el koyma halkı yıldırmıştı.
Bu olayların her biri, hele öğretmenin bu tavrı Hacı Hafız Mehmed’de büyük bir üzüntüye sebep olmuştu. Öğretmenin dinsizlik propagandası, ciğerlerine saplanan bir hançer gibiydi. Otorite boşluğunun meydana getirdiği ahlâksızlıkla mücadele ederken, şimdi de devlet otoritesinin baskısı, zulme ve inançsızlığa teşviki başlamıştı. Bununla nasıl mücadele edilirdi?