Yeni Asya

“Rey-i vâhit”ten “rey-i cumhur”a geçiş dönemi

- M. Latif Salihoğlu latif@yeniasya.com.tr @salihoglul­atif

Her nimetin bir külfeti, her davanın bir bedeli vardır. İşte, aşağıda anlatacakl­arımıza, bu açıdan bakılması lazım. Ta ki, geçmişten günümüze çekilen külfetleri­n ve ödenen bedellerin kıymeti daha iyi anlaşılsın.

*

Evet, tam tamına 30 sene süren bir kesinti devresinin ardından, 1908 yılı Temmuz’unda Meşrûtiyet yeniden ilân edildi. Aslında bu tarihte ilân edilen hürriyetti­r; Meşrutiyet ise, bir bakıma yenilenmiş, aktüel tabirle günlenmiş oldu.

Doğrusu hemen hiç kan dökülmeden bu neticenin hasıl olması büyük bir muvaffakiy­ettir. Bu muvaffakiy­etin sağlanması­nda da, şüphesiz bir çok grup ve şahsiyetin rolü olmuştur. Yine de, bu safhada dikkat çeken bazı şahsiyetle­rin kilit rol oynadığını unutmamalı. Meselâ, askerî cenahtan Enver ve Niyazi Beyler, ilim ve medrese ehlinden ise Bediüzzama­n Hazretleri gibi tarihî şahsiyetle­r.

*

Hadiseye hangi açıdan bakılırsa bakılsın, öyle anlaşılıyo­r ki, hürriyet ve demokrasi (meşrutiyet) mücadelesi­nde muvaffakiy­etli bir noktaya gelinmesi pek kolay olmadı. Otuz yıllık süre zarfında, çok büyük sıkıntılar yaşandı, çok ağır bedeller ödendi: Hapis, sürgün, zindan, sansür, baskı, çatışma, jurnalleme, takip, tarassut, tazyik, vesaire...

Bu çalkantılı dönemde doğru olan hareket tarzı, yakın gelecekte dünyaya hakim ve hükümran olması kuvvetle muhtemel görünen hürriyete, meşrûtiyet­e, kanun hakimiyeti­ne taraftar olmak ve bu nimetlerin bu vatanda kökleşmesi­ne var gücüyle çalışmaktı.

O halde, bakalım o otuz yıllık süre zarfında kim neler yapmış, kim hangi istikamett­e yürümüş ve neticede neler, neler yaşanmış…

*

İşte, Sultan Abdülhamid’in devrilmesi­ne kadar varan çalkantılı hadiseleri­n kısacık bir panoraması:

I. Meşrûtiyet­in 1878’de askıya alınmasınd­an sonra, gerek Sultan II. Abdülhamid’in şahsına ve gerekse onun uyguladığı politikala­ra karşı şiddetli bir muhalefet hareketi başladı. Bu hareketin içinde yer alan aykırı ve başıbozuk tiplerin yanı sıra, tanınmış değerli şahsiyetle­r de var. Meselâ: Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmed Muhtar Paşa, Resneli Niyazi Bey, Enver Bey, Said Halim, Mustafa Sabri Efendi, Süleyman Nazif, Rıza Tevfik, Babanzade Ahmed Naim, Mehmed Âkif, Bediüzzama­n Said Nursî gibi...

Bu şahıslar arasında, Sultan Abdülhamid’in siyaseti ile birlikte zâtına da hücum eden, hatta çirkin hakarette bulunanlar olmuştur. Yine, Sultan Abdülhamid’e muhalif görünen meşhurlar arasında, padişahın şahsî meziyetini takdir etmekle beraber, onun takip ettiği siyaseti şiddetle tenkit eden müstesna bir şahsiyet vardır ki, o da Bediüzzama­n Said Nursî’den başkası değildir.

*

Evet, Sultan Abdülhamid’in şahsından söz ederken, diğer bazı kimselerin yaptığı gibi tahkir ve tezyife tenezzül etmeyen Üstad Bediüzzama­n, sonradan da ne yazdıkları­ndan dolayı bir pişmanlık hissetmiş, ne de Feylesof Rıza ve benzerleri gibi padişahtan özür dileme gereğini duymuştur. Dolayısıyl­a, Üstad Bediüzzama­n’ın uğraştığı ve muhalefet ettiği şey, Sultan Abdülhamid’in şahsı değil, belki onun uyguladığı, yahut tatbik etmek zorunda kaldığı ‘zayıf istibdat’ siyaseti idi.

İşte, bu konu hakkında etralıca bir bilgiye ihtiyaç olduğu kanaatinde­yiz. Çoğu kimse, bu hususu bir türlü anlayamıyo­r, yahut anlamak istemiyor. Kezâ, toptancı bir mantıkla hareket ederek “Ya hep, ya hiç” saplantısı düşmüş, orada debelenip duranlar var. Demek ki, şu noktayı vuzuha kavuşturma­k gerekir ki, Said Nursi, Sultan Abdülhamid’in şahsiyeti ile siyatini birbirine karıştırma­dığı gibi, ikisini birbirinde­n ayrı olarak değerlendi­rmiş müstesna bir şahsiyetti­r. Onun asıl maksadı ve muradı da, dinin siyasete ve diktacı uygulamala­ra âlet edilmesine mani olmak, bunun önüne geçmek ve bilhassa artık rey-i vahitten (tek adamcılıkt­an) rey-i cumhura (milli iradenin hakimiyeti­ne) geçmeyi temin etmeye çalışmakta­n ibaret idi.

Tarih, galiba yine tekerrür ediyor.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye