TEK ADAM DÜZENINDE FARKLI FIKIR DE, ISTISARE DE OLMAZ
HOŞUNA GITMEYEN BIR GÖRÜŞÜ IFADE EDEN HEM AZAR IŞITIYOR, HEM -YERI GELIYOR- TOKAT YIYOR. BÖYLE ÜLKE IDARESI OLUR MU? BÖYLE BIR “DÜZEN”DE ZATEN NE ISTIŞARE OLUR, NE FIKIR PAYLAŞIMI OLUR, NE DÜŞÜNCE ÜRETILIR.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu Doç. Dr. Abdullatif Şener, Gazi Üniversitesi'nde doktora yaptı, Bolu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde dekan yardımcılığı ile Hacettepe İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyeliği yaptı. Maliye Bakanlığı'nda Gelirler Kontrolörü olarak çalışan Şener, 1991 Refah Partisi'nden Sivas milletvekili seçilerek siyasete girdi. Necmettin Erbakan başkanlığında kurulan Refah-yol hükûmetinde Maliye Bakanı oldu. 2001’de kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 2002’de yeniden Sivas milletvekili seçilen Abdullatif Şener, 20022007 yılları arasında Abdullah Gül hükûmeti ile birinci Erdoğan hükûmetinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevini ifa etti. 2007’de Akp'den istifa etti. Hâlen Chp’den Konya milletvekili.
İLK SORUMLU YİRMİ YILLIK AKP İKTİDARIDIR
- Mâlum depremde ciddi bir koordinasyonsuzluk ve plânsızlıkla ilk iki - üç gün arama-kurtarma ekipleri devreye sokulmadı. Yiyecek-içecek ulaştırılamadı. Yıkılan binaların ancak yüzde yirmisinde arama-kurtarma çalışmaları yapıldı. Belediyelerin, sivil toplumun Tirlar dolusu yardımları “tâlimat bekliyoruz” diye bekletildi. Yardım kolilerinin üzerine “AFAD” ve “AKP” etiketlerinin yapıştırılmasına varan “âfettte partizanlık” aymazlığına tevessül edildi. Buna yorumunuz nedir?
Depremi sadece deprem sonrası ihmallerle açıklamak yeterli değil, depremin fotoğrafını çekerken, olanı biteni değerlendirirken, sadece deprem felaketinin arkasından meydana gelen ihmalleri, yanlışları saymak olaydaki eksiklikleri ve yanlışlıkları küçültür.
Birincisi, kere deprem öncesi dönemde ne hazırlıklar yapıldı? İkincisi, deprem anında ve üçüncüsü deprem sonrası ne yapıldı? Meseleye bu üç kategoride bakmak lazım.
Bunlardan en önemlisi birinci kategoridir. Çünkü Türkiye sürekli sallanıyor. Sürekli fay hatlarının üstünde bir ülkeyiz ve zaman zaman da çok büyük felâketler ortaya çıkıyor. Bir ara yüzyılda 150 civarında belli büyüklükte depremin yaşandığını okumuştum. Yüzyılda 150 deprem yaşıyorsunuz ve sanki bu ülkede artık yeni bir deprem olmayacak yeni bir âfet olmayacak gibi yasal olmadan, hiçbir ders almadan binalarımızı, yerleşim yerlerini, kentleşmeyi ihmal ediyorsunuz. Bu affedilir bir şey değildir.
Yani deprem öncesini sorguladığımız zaman en önemli sorgulanması gereken AKP iktidarıdır. Çünkü bu kadar uzun süre peş peşe hükümet etmiş başka bir hükümet yok. Geçmişte mesela 80’li, 90’lı yıllarda değişik hükümetlerini kısa dönem dengeleri ve politikaları nedeniyle eleştiririm. Ama uzun dönem politikalarıyla ilgili olarak eleştiremem. Ama AKP yirmi bir yıldır iş başındadır ve ben bu iktidarın bütün yaptıklarını hem kısa dönem politikaları hem de uzun dönem politikaları açısından eleştiririm…
HÜKÛMET DEPREM ÖNCESİ, DEPREM VE SONRASINI YÖNETEMEMİŞ
Madde bir, siyasi iktidar, deprem öncesi yapılması gereken hiçbir şey yapmamıştır. Aksine beklenen depremi felaketine çevirecek işler yapmıştır. Bu belediyelerin hemen hemen hepsi uzunca süre bu partinin elinde kalmıştır. Dağ yamaçlarındaki şehirleri, depremin fay hatlarına taşımıştır.
Mesela, Kahramanmaraş’ta, “Kara Maraş” denilen ta beş yüz yıl önceki büyük deprem afetinin hâlâ mitolojik söylentilerinin devam ettiği alan bu iktidar döneminde konuta açılmıştır ve bütün yıkıntılar ağırlıklı olarak oradadır. Diğer iller için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
Mesela, İstanbul’da ya çok çarpık ve kötü bir şehirleşme var. Üstüste binalar yığılmış üstelik de 99 Marmara depreminden sonra bunu yaşıyor. O yetmiyor bütün toplanma bölgeleri himara açılıyor. Yani binalar yıkılsa yollardan kimse geçemez binadan sağ çıkanlar başlarına bir şey düşmemesi için bir alan bulmakta zorluk çekecekler. Zira toplanma alanları yok edilmiş. Bunların hepsinin sorumlusu hem kısa dönem hem uzun dönem politikası itibariyle bu hükûmete aittir. Sonra görüyoruz ki deprem anında hükûmet şok olmuştur. Bir kere ilk altı saat kurtarma son derece önemli. İki günden sonra enkazın altından çıkardıklarınızın yaşama ihtimalleri de gittikçe zayılıyor maalesef. İlk anda hükümet uyumuştur. Öyle iki gün diyorlar ama izlediğim kadarıyla üç gün ortalıkta görünmeyen, vatandaşı acısıyla başbaşa enkazın altında bırakmış bir hükümet var.
Acıları fazla deşmek istemem ama hükûmet deprem öncesini, deprem anını ve deprem sonrası ilk günleri planlayamamış, doğru yönetememiş, doğru olanları yapamamış. Seçim öncesi deprem konutlarıyla, yardımlarıyla ilgili çok vaatler var. Bakalım onu da göreceğiz…
İŞLERİN “BİR KİŞİ”NİN TÂLİMATINA BAĞLANMASI FELÂKET GETİRİR
- Demokratik sistemlerde devletin krizlere, âfetlere tedbirleri, yardımları nasıl olur? “Tek kişilik ucûbe sistem”in depremde de çöküşünü neye bağlıyorsunuz?
- Sistem otoriterleştikçe herkes adına bir kişi hem düşünüyor, hem konuşuyor, hem tâlimat veriyor. “Bir kişi”nin herkes adına düşünmesi, herkes adına karar vermesi diye bir şey olabilir mi? Güçlü toplumlarda iyi organize ile ilgili farklı birimler vardır. Eğitimle, sağlıkla, afetle uğraşır; ve tepeden talimat gelecek diye bakmazlar. Talimatı da planlamayı da kendileri oluştururlar. Bizde öyle değil.
Meclis’ten de biliyorum, bir kanun geliyor, cümlede, mantıkta yanlışlıklar var. “Bunun düzeltilmesi lazım” diyoruz. Cesaret edemiyorlar, yukarıdan talimat gelmeden yapamıyorlar. “Müsaade edin de bunu yarın konuşalım” diyorlar. Bu arada görüşecekler, icâzet alacaklar. Böyle bir devlet yönetimi mi olur?
Kısacası, gecikmelerin, hataların tamamı her işin “bir kişi”ye bağlanmasından kaynaklanıyor. O “bir kişi” zaten bu işlerin uzmanı değil, bilmez. İlgililer, birimler, müdahale edip çalışmak için, bilmeyen, uzman olmayan “bir kişi”den talimat beklediğinde memlekette ihmaller, felaketler ve acılar artar. Bakınız ekonomik kriz çıktığından beri beş senedir Türkiye’nin yüzü gülmüyor. Ekonomi berbat…
“SÖMÜRGECİ SİYASİ KURUMLAR”IN OLDUĞU ÜLKELER GELİŞMEZ
- Ekonominin genel gidişi hakkında tesbitiniz nedir? “Tek kişilik hükûmet”in ekonominin çöküşündeki payı nedir? Ve bu ekonomik yıkımdan kurtarmanın çârelerine dair hangi hususları önerirsiniz?
- Evvela bu yapıyla ekonominin iyi olması mümkün değil. Onun için bu yapının dönüşüme uğraması lazım. Akademik çalışmalara dair popüler iktisatçıların değerlendirmeleri vardır. Mesela, “geri kalan ülkeler niye geri kalıyorlar? İleri giden ülkeler neden ileri gidiyorlar? Gelişmiş ülkeler neden gelişmiş? Gelişme altı olan veya gelişmemişler niye gelişmemiş?” Bu sorulara, günümüz iktisatçılardan Daron Acemoğlu net olarak “sömürgeci siyasi kurumların olduğu ülkeler gelişmez” cevabıyla özetliyor.
Sözkonusu “sömürgeci siyasi kurumlar”ın, -bu arada Lenin’in emperyalizm teorisinde tanımladığı “sömürgecilik”le, uluslararası sömürüyle alakası yok.- Burada tanımlanan sömürgecilik, “içerideki sömürgeci siyasi kamu kurumlarının bütün yetkilerinin birinin üzerinde toplanması”; yani bir kişi veya bir oligarşik grubun tüm devlet yetkililerini kendinde toplayarak sömürmesi.
Peki, bu “sömürgeci siyasi kurumlar” niye geri kalmışlığa sebep olurlar? Zira ekonomiyi sömürgeci ekonomik kurumlar oluşturur. Özel olarak tercih edilen firmalar ortaya çıkar. Müsaadeye en fazla mazhar olan firmalar türer. Onun da örtüsünde oligark veya otoriter yöneticiye yakın isimler piyasayı kapatmaya başlar. Böyle olunca büyük işleri yapan firmalar devletin himayesinde oldukları için zaten havadan para kazanırlar, kâr marjları yüksektir.
Bundandır ki teknoloji geliştirme derdine düşmezler. Kendilerini rekabetin baskısı altında hissetmezler. Rekabet baskısı hissetmedikleri için iş süreçlerini düzeltmezler. Teknolojisini geliştirme, uluslararası pazarlara, yapılarını güçlendirmeye ihtiyaç duymazlar. Hantal yapılarıyla sömürgeci siyasi kurumların desteğiyle ortaya çıkan bu sömürgeci ekonomik kurumlar, ülkenin potansiyelini iyi kullanmaz, havadan kazanmaya devam ederler. “Beşli çete” diye tanımlananlar buna sembol olmuş.
Bu arada “özel sömürgeci ekonomik kurumlar”ın dışındakiler ise ana sektörlere yaklaşamadığı için potansiyellerini kaybederler, güçlerini kullanamazlar, verimliliklerini oraya taşıyamazlar. Halbuki bir ülkenin gelişebilmesi için mümkün olduğunca çok firmanın, kişinin kalkınma yarışının içerisinde tam rekabetli olması lazım.
“TEK ADAM DÜZENİ”NDE NE İSTİŞÂRE, NE FARKLI FİKİR ÇIKAR…
Mevcut yapı Türkiye’de beş senedir var. 2017’de Anayasa değişti ama Başbakanlığın kaldırılması, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri gibi “sistem”in ana arterlerinin uygulanması 2018’den sonra yasal olarak başladı. “Otoriter sistem”in yasa dışı otoriterleşme süreci beş senedir devam ediyor ve Türkiye beş senedir krizde.
Çok iyi hatırlıyorum; Haziran 2018 seçimlerinden çıktık, iki ay sonra kriz çıktı. Seçim bölgemde dolaşıyorum, vatandaş “mahvolduk, bittik” diyor. Dolar birden patlamış bütün fiyatlar, girdiler artmış ve bu felâket ortamı devam ediyor. Bu sistemin ne işe yaradığı veya ne işe yaramadığı açısından ibret almak lazım.
Bakın, Türkiye’de hiçbir kriz bir yıldan fazla sürmemiştir. Daha önceki 2018’den önceki krizler hep bir yılda toparlamış. 1994 krizi “çok ağır bir kriz” olarak kabul edilir, 1995’te ekonomi toparlamış. 2001 krizi için “Türkiye battı” denilmiş, AKP 2002’de iktidara geldiğinde 2001 krizinin etkisi bitmişti, ekonomi rayına oturmuştu. Çünkü 2002 büyüme oranı yüzde 5. Demek ki ekonomi büyümüş, diğer göstergelerin hepsi iyi, işsizlik oranı bugünkünden iyi. Daha önceki krizler de böyleydi.
Bu yüzden “tek adam düzeni”nde yetkilerin merkezileşmesiyle ortaya çıkan bugünkü yönetime “ucube sistem” diyorum. Bu ucûbe sistem ortaya çıktığından beri memleketin yüzü gülmüyor. Ülke beş senedir krizde. Demek ki “sistem”, tek tek yöneticilerden daha önemli. Onun için “demokrasi, güçler ayrılığı, Meclis” diyoruz. Bunların hepsi insanlık tarihinin deneyleriyle ortaya çıkmış bir gerekliliği ifade ediyor.
HOŞUNA GİTMEYEN BİR GÖRÜŞÜ KİMSE SÖYLEYEMİYOR!
Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de “Onların aralarındaki işleri istişâre iledir” buyrulur. Dolayısıyla gerçek anlamda bir meşveret düzeni olmadığı, istişare esaslarının işlemediği bir yapı mevcut. Bazı arkadaşlar bana geliyor; “hoşuna gitmeyen bir şey söyleyince kızıyor, kızdığı için de kimse bir şey söyleyemez. Önce kendisi bir konuşsun da niyetini anlayalım, ona göre onu rahatlatacak, onun niyetine uygun konuşalım” diye bakıyorlar. Kimse gerçeği söyleyemiyor…
Net bir şekilde şunu da diyorlar ki, bazı hoşuna gitmediğinde hatta “tokatladığı da oluyor” diyorlar. Hoşuna gitmeyen bir görüşü ifade eden hem azar işitiyor hem -yeri geliyor- tokat yiyor. Böyle ülke idaresi olur mu? Böyle bir “düzen”de zaten ne istişare olur, ne fikir paylaşımı olur, ne düşünce üretilir. Siz bastırdığınız zaman tepeden farklı fikirlerin ortaya çıkması, düşünce çeşitliliği de oluşmaz.
Halbuki fikirlerin ayrılığından hakikat doğar. “Mübareze-i eârdan barikayı hakikat çıkar.” Yani farklı fikirlerin özgün bir şekilde karşılaşmasından hakikat çıkar. Farklı düşünceler bir fikir platformuna özgürce girmiyorsa oradan hakikat çıkmaz. Bu açıdan “tek adam sistemi” sakat bir sistem ve bu haliyle ekonomi iyi olmaz.
Nitekim 2018. 2019, 2020, 2021, 2022’den sonra 2023’e de kötü girdik. 2023 bütçe açığı ilk iki ayda 202 milyar. Halbuki ilk aylarda bütçeler fazla açık vermez, açığı genellikle son ve en çok Aralık ayına yıkarlar. Bu senenin Ocak ve Şubat ayları bütçe açığı toplam, geçen seneninyıllık açığından yüzde 34 fazla. Neredeyse yarıya. Geçen sene 169 milyardı, şimdi 202 milyar açık var…
Gecikmelerin, hataların tamamı her işin “bir kişi”ye bağlanmasından kaynaklanıyor. O “bir kişi” bu işlerin uzmanı değil, bilmez. İlgililer, birimler, müdahale edip çalışmak için, bilmeyen, uzman olmayan “bir kişi”den talimat beklediğinde memlekette ihmaller, felaketler ve acılar artar.