“Dünyevîleşme”
Eğer dünya ebedî olsaydı ve insan içinde ebedî olarak kalsaydı pek tabiî mantıklı olabilecek bir eylem olacaktı “dünyevîleşme.” Hakikat ise tam tersini söylüyor. Belki de “galet” mefhumuyla açıklanabilecek bir hastalık, bahsini ettiğimiz bu kavram…
Hassaten gençliğin kendiliğinden getirdiği heyecan ve enerjiyle sanki hiç ölmeyecek gibi yaşamanın başka bir adı bu dünyevîleşmek. İnsan yaratılış mesuliyetini unutur bazen ama uhrevî bir emir çınlar kulaklarda“gençlik hiç şüphe yok ki gidecek”1.
Peki nedendir bu, nasıl olur da unutur ve yaratıcıdan uzaklaşmak hastalığını kaydeder hayat serüveni? Heveslerimiz, günahlı eğlenceler, bir nimete vasıl olunca nimeti verenin unutulması, meşakkatin mükâfat ile neticelenmesinin hatıra getirilmemesi…
Listenin uzatılması pek tabiî mümkün. Hasta bir asırdayız. İhtiyaçlarımızın artması dünyevî meşguliyeti de arttırmaktadır. Dünyevîleşme artıkça da uhrevî mesuliyette azalma, erteleme, “neme lazım”lar başlıyor ve “Âhirete iman ettiği halde, ‘Zaruret var’ diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.”2
Mukaddes dinimiz hayatın her anının ahiretle alakadar olmasını istemekle beraber büsbütün dünya nimetlerinden uzaklaşmayı da istememiştir. Elbette helal dairede yaşamak, gezmek, yemek, içmek; günahlı olmamak şartıyla eğlenmek, sportif faaliyetlerde bulunmak sosyal hayatın bir parçasıdır.
Dünyevî telaşlarımız olmakla beraber “Ey inananlar! Allah’tan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın”3 ayetini her anımıza uygun yaşamak zorundayız. Yarını, ahireti unutmadan dosdoğru yol üzerine yaşamak zorundayız. Kâinattaki