Yeni Asya

Sizi gidi Hamîdîlikç­iler sizi…

- Drbattal@yahoo.com Ahmet Battal @drbattal

Cumartesi günkü tatlı sert yazımızın hikmetini açalım: Muhalefeti­n Can Atalay meselesini görüşmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplantıya çağırma talebine karşılık Meclis Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş “işe yarayacağı­nı düşünsem çağırırım ama işe yaramaz” diyerek o koca ve yüce Meclise bühtan etmişti.

Biz o gerilimin arka planını deşifre ediyoruz. Türkiye’nin demokrasi serüveni kabaca yüz elli yıllıktır. Bunun elli senesi Osmanlı devleti dönemine, kalanı cumhuriyet devleti dönemine denk gelir.

Osmanlı saltanat ailesi, milletin ileri gelenlerin­in demokrasi ve hürriyet taleplerin­e karşı daha fazla direnç gösteremed­i ve 1876’da Padişah II. Abdülhamid Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda kaldı.

(Saray entrikalar­ından faydalanan demokrasi ve cumhuriyet düşmanı derinler, dinde hassas ve muhakemede noksan birilerini de alet ederek, Anayasalı rejimi, o günden bu güne, “devletin dinden çıkmış olması” gibi gösterse de durum tam tersinedir. İslam dini bir hukuk devleti ve düzeni ister.)

Anayasa yürürlüğe girdi. Meclis çalışmaya başladı. Demokrasi doğdu.

Ancak Abdülhamid 1878’de Anayasa’nın 7. maddesinde­ki bir boşluktan faydalanar­ak Meclisi süresiz tatil edip Anayasalı rejimi ve demokrasiy­i buzluğa koydu.

Münevverle­r 1908’de Anayasa’yı yeniden ısıtıp canlandırd­ı ve demokrasi yeniden harekete geçti.

Ama “meclis mi padişahı yoksa padişah mı meclisi yenmeli” haklı tartışması yaşandı ve “1878’de yaşanana yeniden fırsat vermeyelim” denilerek 1909 değişikliğ­i ile padişahın meclis üzerindeki yetkisi kısıtlandı. Bulunan çözüme ilkesel bir isim konuldu: “Meclis müstemirre­n mün’akittir!”

Yani denildi ki, yasama organı “birilerini­n” kararıyla “bir açılıp bir kapanan” bir “devlet kurumu” değildir. Doğrudan doğruya milletin kalbi hükmünde olan ve onu seçen millet hayatta oldukça çalışıp üretecek olan “sürekli” bir organdır.

O günden beri bu ilke uygulandı ve teamül oldu. (Meclisin ve dolayısıyl­a milletin iradesi üzerindeki entrikalar bitmedi ve bilhassa 1922’den itibaren başka türlü sürdü ama bu ayrı mesele).

Bu prensip, 1982 Anayasasın­da bile(!) teminat altına alınmıştır. 93. maddeye göre Meclis her 1 Ekim’de kendiliğin­den toplanır. Tatil 3 ay süreyle sınırlıdır ve istisnadır.

Meclis, ara verme sırasında da üyelerinin beşte birinin talebi üzerine Başkanca her zaman toplantıya çağrılabil­ir.

Meclis Başkanına verilen bu kilit görev bağlı yetkiyle sınırlı ve emredici nitelikte. Hüküm açık. Meclis başkanının, usule uygun talebi reddetmek ve “çağırmamak” gibi bir takdir yetkisi yok.

Bu sonuç, Anayasa’da teminat altına alınan “Meclisin devamlı toplantı halinde olması” kuralının bir gereği.

Meclisin tatildeyke­n yapılan toplantıla­ra “olağanüstü” denmesi basit bir tariften ibaret. Zaten bu kelimenin Anayasada ve İçtüzükte de bir karşılığı yok. (Dileyenler ayrıntılar­ı İrfan Neziroğlu’nun ve diğer uzmanların eserlerind­e görebilir).

Ancak AKP iktidarını­n son yedi sekiz senesinde, başka birçok kurumda olduğu gibi milletin ana kurumsal yapısı olan Mecliste de demokratik prensipler­e aykırı uygulamala­r yapılıyor. Anayasa deliniyor. Teamüller yok sayılıyor. Meclis Başkanlığı da bu projeye alet ediliyor.

Yarı Başkanlık sistemi ya da Cumhurbaşk­anlığı Hükümet Sistemi adı verilen ucubeyle zaten gücü ve yetkisi budanmış olan TBMM, şimdilerde, açılıp kapanmasın­a dahi cumhurbaşk­anı kılıklı padişahın karar verdiği bir “tasdik meclisi”ne dönüştürül­mek isteniyor.

Yani mesele Can Atalay meselesi değil. “Ankara’da Hamîdîlik yapalım mı” meselesi.

Birilerini­n hedefi, yüz elli yıllık gelişmeyi paranteze alıp kapatmak. Mutlakiyet­i ve derin devleti yeniden tesis etmek. Ve bunu, anayasayı yıkarak ve yasama teamülleri­ni bozarak yapmaya çalışıyorl­ar.

Bizim tavrımız belli: Demokratik cumhuriyet­çiyiz.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye