Hak, bürhan, akıl ve meşveret hâkim olacak
Biz ehl-i hâliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddea zihnimizi işba’etmiyor. Bürhan isteriz.
Biraz da iki sultan hükmünde olan mazi ve istikbalin hasenat ve seyyiatlarını zikredelim.
• Mazi ülkesinde ekseriyetle hükümferma, kuvvet ve heva ve tabiat ve müyulât ve hissiyat olduğundan, seyyiatından biri, her bir emirde –velev filcümle olsun– istibdad ve tahakküm var idi.
• Hem de meslek-i gayra husumete, kendi mesleğine iltizam ve muhabbetten daha ziyade ihtimam olunur idi.
• Hem de bir şahsa husumetin, başkasının muhabbeti suretinde tezahürü idi.
• Hem de keşf-i hakikate mâni olan, iltizam ve taassub ve taraftarlığın müdahaleleri idi.
Hasıl-ı kelâm: Müyulât muhtelife olduklarından, taraftarlık hissi her şeye parmak vurmakla ihtilâfat ile ihtilâl çıkarıldığından, hakikat ise kaçıp gizlenirdi.
Hem de, istibdad-ı hissiyatın seyyielerindendir ki: Mesâlik ve mezâhibi ikame edecek, galiben taassub veya tadlil-i gayr veya safsata idi. Hâlbuki üçü de nazar-ı şeriatta mezmum ve uhuvvet-i İslâmiyeye ve nisbet-i hemcinsiyeye ve teavün-ü fıtrîye münafidir.
Hatta o derece oluyor, bunlardan biri taassub ve safsatasını terk ederek nâsın icma ve tevatürünü tasdik ettiği gibi, birden mezheb ve mesleğini tebdil etmeye muztar kalıyor. Hâlbuki taassub yerinde hak ve safsata yerinde bürhan ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse, dünya birleşse hak olan mezheb ve mesleğini bir parça tebdil edemez. Nasıl ki zaman-ı saadette ve Selef-i Salihîn zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi.
Kezalik, görüyoruz ki: Fennin himmetiyle, zaman-ı hâlde filcümle, inşaallah, istikbalde bitamamihî hükümferma, kuvvete bedel hak ve safsataya bedel bürhan ve tab’a bedel akıl ve hevaya bedel hüda ve taassuba bedel metanet ve garaza bedel hamiyet ve müyulât-ı nefsaniyeye bedel temayülât-ı ukùl ve hissiyata bedel efkâr olacaklardır –karn-ı evvel ve sâni ve sâlisteki gibi ve beşinci karna kadar filcümle olduğu gibi. Beşinci asırdan şimdiye kadar kuvvet hakkı mağlûb eylemiş idi.
LÛGATÇE:
bürhan: kesin delil. ehl-i hâl: içinde bulunulan zamana ait olan. filcümle: kısmen. işba’: doyurma, tatmin etme. karn-ı evvel, sani ve salis: Hicrî birinci, ikinci ve üçüncü asırlar. mezmum: yerilmiş, kınanmış, kötülenmiş. müyulât: meyiller. şübehat: şüpheler. şükûk: şekler, şüpheler. tab’: tabiat, karakter, huy. tadlil-i gayr: başkalarını tadlil etme, haktan saptığına hükmetme. tasvir ve tezyin-i müddea: iddia edilen şeyin, fikrin sözle süslenip püslenmesi. ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, ‘Risale-i Nur talebesi’ ünvanını alır…
Hem, dört vecihle dört nevi ibadet-i makbule hükmünde bulunan kitabetinde hem imanını kuvvetlendirmek, hem başkalarının imanlarını tehlikeden kurtarmasına çalışmak, hem hadisin hükmüyle, bir saat tefekkür bazan bir sene kadar bir ibadet hükmüne geçen tefekkür-ü imanîyi elde etmek ve ettirmek, hem hüsn-i hattı olmayan ve vaziyeti çok ağır bulunan Üstadına yardım etmekle hasenatına iştirak etmek gibi çok fâideleri elde edebilir. Ben kasemle temin ederim ki, bir küçük risaleyi kendine bilerek yazan adam, bana büyük bir hediye hükmüne geçer; belki her bir sahifesi bir okka şeker kadar beni memnun eder.”
E ben de Üstadıma hediye vermek istiyorum. Hem de büyük bir hediye. Başkası için değil, küçük bir risaleyi kendim için yazsam, bu büyük bir hediyeymiş işte. Hem her bir sahifesi bir okka şeker kadar onu memnun edecekmiş. Denemeye değer, değil mi?
İşte ben de böylece denedim. Aslında çok daha küçükken risale yazma denemelerim olmuştu. Ama hiçbir risaleyi baştan sona yazamamıştım. Şimdi ise Mucizat-ı Ahmediye’yi (asm) günde hiç olmazsa bir satır yazmaya çalışıyorum. Küçük bir Medrese-i Nuriye olmasını ümit ettiğim evimizde eşim de -Osmanlıca yazmayı hiç bilmediği halde- teşvikler üzerine Birinci Söz’ü yazmakta muvaffak oldu. Üç ayda yazdı, ama yazdı ve bitirdi. Ben sadece harleri nasıl birleştireceğini gösterdim. Sonrasında o, telefonundaki risale okuma programından Birinci Söz’ü Osmanlıca aslından açtı ve bakarak yazısını tamamladı. O hiç bilmediği halde yazabildiyse, herkes yazabilir.
Denemek isteyenlere bir teşvik olsun diye yazdık, denerseniz bizleri de haberdar etmeyi unutmayın…
(Genç Yorum Aralık 2023 sayısından kısaltılarak alınmıştır.)
Nasıl ki zaman-ı saadette ve Selef-i Salihîn zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi...