Kan ve şiddet sektörüne karşı
Son zamanlarda tuhaf mı tuhaf mesajlar geliyor. Hiç tanımadığımız isimler üzerinden gelen bu mesajlar, kanlı şiddet metodunun mübah görülmesi gerektiği noktasında bizi ikna etme hevesini barındırıyor.
Bunların içinde bazı mesajlar var ki, ancak “ahmaklar pazarı”nda müşteri bulabilir. Meselâ: Bizim her vesileyle dile getirdiğimiz “Dahilde kuvvet, şiddet, silâh kullanmaya, kardeş kanı dökmeye dinen izinruhsat yoktur” şeklinde özetlenebilecek temel fikir ve kanaatimizle adeta dalga geçer gibi saçma-sapan sözler sarf ediliyor.
Tabiî, herkes kendisine yakışanı yapar, eder, yazar, söyler…
*
Birçok ilâç firması gibi, günümüz dünyasındaki silâh baronları da mafyatik usûllerle çalışıyor. Bunların huzuru, barışı sağlamak gibi bir dertleri yoktur. Aksine, ellerinden geldiğince çekişmeli taraları kavgaya teşvik ederler. Tâ ki, her iki tarafa da ihtiyaç duyacakları silâh ve mühimmatları pazarlayabilsinler.
Silâh sektörünün işi ve isteği şudur: Devamlı şekilde şiddet hareketleri olacak. İnsanların, daha çok mâsumların kanı oluk oluk akacak. Ortalık bulanacak. Taraların birbiriyle medenice diyalog kurması imkânsız hale getirilecek. Diyalog, silâhlı vuruşma şeklinde devam edip gidecek.
Bu ise, insanlığa yakışmayan vahşet ve keşmekeşe zemin ve imkân hazırlamak demektir.
*
Aklı başında olanlar, kışkırtıcı odakların oyununa gelmez. Tahriklere kapılmaz. Kan ve şiddeti körükleyen silâh baronlarını beslemeye çalışmaz.
Evet, aklı başında olanlar bilirler ki, silâh tüccarlarının doymak bilmez hırsları var. Onları ne kadar beslemeye çalışsanız da doymazlar. Aksine, obur oldukları için, daha büyük bir iştahla verdiklerinizin devamını isterler.
İşte, aynı ülkenin sınırları içinde yaşayan vatandaşlar arasında kanlı mücadele yolunu açanlar, hiç şüphe yok ki, o doymak bilmez hırsları beslemeye çalışıyor.
*
Yukarıdaki genel ifadelerden sonra, biraz daha özele bakacak olursak, kısaca şunları söylemek mümkün:
Dünyanın gidişatını okuyabilen, hele Türkiye’deki Deccaliyetin mahiyetini azçok bilen kimse, dahilî mücadelede kanlısilâhlı bir boğuşmayı doğru bulmaz ve içinde yer almaz. Şiddet sarmalının içinde girdiği takdirde, asıl niyeti, hedefi, gayesi ne olursa olsun, hizmet ettiği yegâne şey, işte o Deccaliyetin tâ kendisi olurr. Zira, o Süfyanî Deccaliyetin temel gıdası dahilî nifaktır, çatışmadır, boğuşmadır, kanlı arenadır. Kanlı arenada ise, hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırd etmek adeta imkânsız bir hâle geliyor: Tıpkı, 31 Mart Vakası, Bitlis Hadisesi, Şeyh Said Hadisesi, Dersim Faciası, Menemen Kumpası gibi…
*
Kan dökerek kendini haklı çıkarmada, dünyada Kemalistlerin üstüne yoktur. Kimse o cereyanla dahilde silâh yarıştırarak galip gelemez. Nitekim, onunla vuruşan herkes ve her kesim mağlup düşmüştür.
Dolayısıyla, mâsumları vuran, mazlumların canına-malına zarar veren her türlü fiil ve hareket, söz konusu o entrikalı cereyanın nâm-ı hesabına katkıda bulunmuş olur.
Evet, meselenin bu cihetini bilmeyenler, gafilce avlanıyor. Dehşetli bir fitnenin tuzağına düşüyor. Çırpınıp sendelendikçe de, hem kendine, hem çevreye umulmadık zararlar veriyor.
Süfyan, en büyük hilekâr ve aldatıcı olduğu için, merhametsiz ve muhakemesiz davranan herkesi bir şekilde tuzağına düşürüp tepe tepe kullanabiliyor. Dolayısıyla, tuzağa düşmemek, oyuna gelmemek ve kendini kullandırtmamak için, kan ve şiddetten bütünüyle uzak durmalı; aksine, uzun vadeli ilim ve fikir yöntemiyle, hürriyet ve demokrasi silâhıyla, dahası, hukuk ve meşrûiyet içinde kalarak tam bir azim ve kararlılık ile mücadeleye devam etmeli.