Moğol itnesinden komünist itnesine...
Tarih tekerrür eder. Tıpkı mevsimler gibi. Üstadımızın tabiriyle zaman, ”bir hatt-ı üstakim üzerinde”; başlangıcı ile devamı birbirinden uzaklaşıp giden bir şerit değil. Tıpkı dünyamızın Mevlevi’ce dönüp mevsimlere uğradığı gibi, zaman da, dünyamızın bu dairesine dahildir. Belli vakitlerde, benzer meyveleri vererek akıp gidiyor.
Bediüzzamanın eserlerinde, insanlığın yüz karası ve tarihin en tahripkâr kavmi olan Moğollar önemli bir yer tutar. Bu kavmin; çekirge afatından dehşetlice yok ettiği İslâm medeniyetleri, İslâm tarihinde önemli bir yeri olan Abbasi Devletini sonlandırması ve bilhassa bu musibetin, İslâm coğrafyasının“harim-i İsmeti” mesabesindeki Şam-ı Şerif ve Hicaz’a girme teşebbüsleri cihetiyle Moğol fitnesi, Nur külliyatında önemli bir yer tutar.
İslâm Ulemasının bu fitneyi; Peygamberimizin kıyamete yakın geleceğinden haber verdiği fitnelerin ilki olarak nitelemelerine, Üstadımız da katılıyorlar. Ve Moğollar ile yaptığı şereli ve kahramanca mücadelesiyle Müslümanlar tarafından alkışlanan Celâleddin-i Harzemşah’ın Bediüzzaman tarafından da kahraman kabul edilmesi, tarihi şahsiyet olarak selefisalihin ile Bediüzzaman arasında güzel bir bağdır.
Moğollar’ın insanlığa, insanlığın kurduğu medeniyetlere, insani değerlere, çevreye ve fıtrata düşmanlıkları ile; saldırgan Materyalist marksizmin neticesi olarak tarih sahnesine çıkmış Bolşevik, enternasyonalist sosyalist, komünist, Yeni Muhafazakâr (Neocon), Neoliberal ve diğer tahripkâr dinsiz cereyanlar arasındaki benzerliklerin çetelesi tutulduğunda; tarihteki bu gayr-ı insani felâketin günümüzle münasebeti daha açık bir şekilde ortaya çakacaktır.
12 Eylül ihtilalinin partisi olan Akp’nin sivilce, münafıkane ve dolaylı olarak insani değer ve medeniyetimizde sebep olduğu tahriplerinin anlaşılması cihetiyle, bu önemli konunun uzmanlarınca inceleneceğini ümit edelim.
Günümüz insanlarını demokrasiden, insani temel prensiplerden, fıtratın güzelliğinden, tarih/gelenekten ve semavi dinlerin ahlakından ümitsiz bırakarak; önce kemalizme ve daha sonra inkâr-ı uluhiyete sürükleyen mevcut politikaların mahiyeti anlaşılmadan, millet olarak ayağa kalkmamızın zorluğunu hatırlatmak için bu satırları tekrarlamak zorunda kalıyoruz.
Maksadımızın; belli insanları veya siyasi hareketleri tarafgirlik hastalığıyla karalamak olmadığını siz sevgili okuyucularımız biliyorsunuz.
Yarınki zamanlarda hakikat bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığında; muasırı olduğumuz felaketleri millete haber vermemiş birisi olarak anılmak istemeyiz. Dostların ve bilhassa dualarına şu mübarek aylarda daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir kısım Müslümanların haksız tenkitlerine rağmen yazmaya ve anlatmaya, inşaallah devam edeceğiz. eder, korkar. (Münazarat)” hakikatini okudu.
* İnsanın en zaif damarının birinin korku olduğu, diğerr zaif damarının da “derd-i maişet ve tamahla” kuvvetlendiğine dikkat çekti. İnsanın yaratılışında verilen havf ve muhabbet hislerinin yanlışa âlet olabileceği, netice olarak Bediüzzaman’ın halktan havfın, korkunun elîm bir belâ, halka muhabbetin de belâlı bir musibet olabileceği izah edildi.
* İstikbal ve mazinin olay ve tasavvurlarıyla hüzünlenip kederlenmenin insan hayatını rahatsız edeceği belirtildi. İnsanı, bu havf ve hüzünden kurtaracak çarenin Kur’ân hakikatleri olacağı belirtildi. Ayete: “Bilin ki, Allah’ın dostları için ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar.” (Yûnus Sûresi, 10:62)
* Ölümü bir yok olarak görmenn korkusuna dikkat çekildi.
* Risale-i Nurlara, dinsizlik taassubuyla değil, korku cihetiyle ilişildiğine vurgu yapıldı. Bu vatanın belâlardan muhafazası için Risale-i Nurların kat’î bir vesile olduğuna vurgu yapıldı.
* Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, O’nun rahmetinin şeatine yol bulup iltica etmek demek olduğu, havf bir kamçı olup, onun rahmetinin kucağına attığı hakikati dile getirildi.
Netice de Hz. Peygambere devamlı salât ve selâm edilirse o salâtların bizleri bütün korku ve âfetlerden kurtarabileceği, bütün ihtiyaçların giderilebileceği, bütün günahlardan temizlenip, hatâlarımızın bağışlanabileceği hatırlatıldı. - DEVAM EDECEK