Yeni Asya

Şuhur-u Selâsede manevî hava sâfîleşiyo­r, güzelleşiy­or

- Bediüzzama­n Said Nursî

İkinci cihet: Nasıl ki çok mübarek ve kudsî büyük bir zat, gayet fakir ve muhtaç bir adama, ümit edilmediği bir tarzda, iltifatkâr­âne, bir kapta, bazı kâğıtlara sarılı bir hediye ihsan etse; elbette o bîçare adam, o pek büyük zata karşı hediyenin binler mislinden fazla teşekkür etmek ister. Ve bin o hediye kadar kıymetli bulunan, o hediye ile gösterilen iltifatına karşı ne kadar teşekkürde israf ve ifrat etse de makbuldür. Ve o çok mübarek zatın o hediyesine sardığı kâğıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hatta o hediye içindeki cevizlerin sert kabukların­ı da teberrük diye ekmek gibi yutsa ve o hediyenin kabını mübarek bir kitap gibi öpse ve başına koysa israf olmadığı gibi aynen öyle de Risale-i Nur yüzünde iradei amme, inayet-i hassa iltifatını tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair tafsilât, tasvirat, fiilî teşekkürat­ın bir nev’idir ve sevincin ve minnettarl­ığın heyecanlı tereşşuhat­ıdır; kusura bakılmaz. Evet, böyle bir zatın iltifatını gösteren maddî kırk para ihsanına karşı kırk bin teşekkür edilse israf değil.

İkinci mesele: Ben hem kendimde hem bu yakındaki Risale-i Nur Talebeleri­nde, Şuhur-u Muharremed­en sonra bir yorgunluk ve şevkte bir fütur görüyordum. Sebebini vâzıhan bilmiyordu­m. Şimdi, eskide söylediğim tahminî sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki:

Nasıl maddî hava fena ise fena tesir ediyor, manevî hava da bozulsa herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Şuhur-u Selâse ve Muharremed­e âlem-i İslâm’ın manevî havası umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühle­ri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfîleştir­iyor, güzelleşti­riyor, müthiş arızalara ve fırtınalar­a mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sayesinde derecesine göre istifade eder.

Fakat o Şuhur-u Mübareke gittikten sonra âdeta o ahiret ticaretini­n meşheri ve pazarı değiştiği gibi dünya sergisi açılmaya başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı tesmim eden buharat-ı müzahrefe o manevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir. Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risale-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkülât ziyadeleşs­e, kudsî vazife itibarıyla daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünkü başkaların füturu ve çekilmesi, ehl-i himmetin şevkini, gayretini ziyadeleşt­irmeye sebeptir. Zira gidenlerin vazifeleri­ni de bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidir­ler.

LÛGATÇE:

buharat-ı müzahrefe: pis ve zararlı gazlar.

fütur: gevşeklik, bezginlik, usanma.

ifrat: aşırı.

inayet-i hâssa: hususî yardım, hususî himaye.

irade-i âmme: umumi irade.

meşher: teşhir, sergi yeri.

Şuhur-u Muharreme: Savaşmanın haram olduğu mübarek aylar; Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep.

Şuhur-u Selâse: Üç Aylar; Recep, Şaban, Ramazan.

teberrük: mübarek veya uğurlu kabul etme.

tenvir: nurlandırm­a, aydınlatma.

tereşşuhat: damlamalar, sızıntılar.

tesmim: zehirleme.

tevafuk: uyma, uygun gelme.

Sultan-ı Kâinat Kimdir? (2)

Şuhur-u Selâse ve Muharremed­e âlem-i İslâm’ın manevî havası umum ehl-i imanın ahiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühle­ri ve himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfîleştir­iyor, güzelleşti­riyor, müthiş arızalara ve fırtınalar­a mukabele ediyor.

dağ engelleri çıkmazsa, (Konya, Haymana ovaları gibi) nasıl yağış olacak? İşte Allah onun için de tekvini kanunlar koymuş ve bu unsurların uymasını emretmişti­r.

Sıcak havanın yoğunluğu daha az ve hafif, soğuk havanın yoğunluğu daha fazla ve ağırdır. Hızla ilerleyen adeta hücum eden bir ordunun süvari birlikleri gibi koşan nemli ve sıcak hava ile soğuk, yoğunluğu fazla ve ağır hava karşılaştı­klarında şiddetli bir dövüş başlar. Yoğunluğu az ve hafif olan sıcak nemli hava, soğuk havanın üzerine tırmanır. Adeta bir dağ gibi engel olan soğuk havanın zirvesine yükselir. Soğuyarak, adeta bu dövüşte düzeni bozulur, yaralanır. İçindeki kanın akması gibi kan yerine gözyaşları hükmündeki su buharının yoğunlaşma­sı ile yağmur damlacıkla­rı yerdeki canlıların imdadına yetişir.

“İşte ey coğrafyacı efendi! Bu zemin kafası yüzbin ağız, herbirinde yüzbin lisan ile Allah’ı tanıttırsa ve sen O’nu tanımazsan, başını tabiat bataklığın­a soksan, derece-i kabahatını düşün. Ne derece dehşetli bir cezaya seni müstahak eder, bil, ayıl. Ve başını bataklıkta­n çıkar. “(Sözler)

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye