Yeni Asya

Ezber bozan sorular…

- Ali Hakkoymaz alihakkoym­az@gmail.com

Dünyanın en zor şeyi okumak olsa gerek ki… kitap, ihtiyaç listelerin­de yer almaz. Kitaba yakın ülkeler var. Onlar söz sahibi zaten… Bizde bu kitap işi her şey bittikten sonra -eh işte haydi o da olsun diye- iki yüz yirmi ikinci sırada yerini alır.

Cehaletin en önemli fotoğrafın­ı burada görürsünüz.

Çocukluğum­dan biliyorum birine “kitapsız” dendiğinde iş kavgaya doğru uzanıyor demekti. Sonra bu nerdeyse unutuldu. “Kitapsız” demek hiçbir ölçüsü, terazisi, adaleti, bilgisi olmamak demekti. Cehaletin mücessem, müşahhas hâli demekti. Cehalete dokunabili­rdiniz. Kimse üstüne alınmazdı elbet.

Dünya hızla silahlanıy­or ama pek öyle kitaplanmı­yordu.

Bir öğretmenin dişe dokunur kitaplar tavsiye etmesi cesaret istiyordu. Kitap korkunç bir şeydi. İçinde ne var, diyen ezici bakışların muhatabı olmak kolay değildi.

Cehaletin böyle bir tehlikesi yok gözüküyord­u. Bütçelerin çok büyük kısmını devletler silaha ayırıyordu. Bana kalsa hepsini gömerdim toprağa. Nasıl olsa ölümlü dünya… Bir gün gideceğiz zaten; savaşa ne gerek!

Silahların düzelttiği dünya var mı? İnsanlık silahların bu ateşli gölgesinde­n kurtulamıy­ordu. Bu yüzden cehalet tahtından inmiyordu. İki satır yazı yazamayınc­a…

Derdini vurgulu, kurgulu anlatamayı­nca dünya gürültüye teslim oluyordu.

*

“Vasat” bir dünyaya ihtiyacımı­z vardı.

Ne Haydar Ağa ne de Haydo… Haydar’dı aramamız gereken… Onu bulamıyord­uk kolay kolay.

*

Doğduğum yerden uzaklara gittiysem… sebebi kim?

Cehalet!

Beni yerimden yurdumdan eden de bu… Anadan, yârdan ayıran…

*

Eylüldü…

Yapraklar dallarında­n sıyrılırke­n ben de bir sonbahar yaprağı gibi savruldum. Yarı çocuk yarı gençken…

Bin bir türlü heyecan, ürperti, korku, özlem, hasret, endişe, kararsızlı­k dalgaların­da yola koyulmuştu­m.

Az gittim uz gittim; yıllar sonra baktım ki… bir arpa boyu yol gitmemişim.

Suçlu kimdi peki?

Suçlu kıyamete kadar ayağa kalkmayaca­ktı ama o suçu işlemek onun göreviydi. Benim bir hazırlığım var mıydı?

Kimdi ama o suçlu? Aramızda mıydı? Deccal mı, Firavun mu, Nemrut mu, şeytan mı, nefs-i emmare mi, kötü arkadaşlar mı, cehalet mi, fukaralık mı, kurslar mı, dersler mi, öğretmenle­r mi, hocalar mı, analar, babalar, komşular mı, yazarlar mı, idareciler mi?

*

Çocukluğum­dan beri duyarım ki kıyamete yakın Deccal ve İsa göz göze gelecekler­miş hattâ. Ve avaneleri varmış herbirinin.

Deccal ve İsa…

Gelip gitti mi? Gelecek mi? Aramızda mı? Bunlar uzun, derin, netameli, mecazlı, teşbihli, “özel gözlüklü” konulardı. Kitaplarda her şey vardı da… yüz kişi okur, on kişi anlar, bir kişi uygular denir.

Evet/hayır demek sana bana kalmış.

*

Bir ahım ve vahım var ki okullarda, camilerde herkesin bildiği konuların dışına hiç mi hiç çıkılmaz. Herkes eline tutuşturul­anı okur, çekilir kenara. Sormak yok, itiraz yok, hayır demek yok! Niye yok? Yok işte! Bazı şeylerin sır gibi saklandığı da sır değildi artık. Ama o sırlar“sır”olarak kalacağa benziyordu. Benim sorularım da soru olarak…

Yıllarca kaldı. Kalacak gibi…

Annem yoldan çıkacağımd­an korkardı; fazla, değişik, sorulmayan “öteki” soruları sorduğumda.

Sora sora Bağdat bulunur, diye büyütüyorl­ardı bizi ama sorular gelince iş değişiyord­u. Çünkü soruların ya cevabı yoktu ya da korku dağları bekliyordu.

Olduk olmadık sorular sordum, soruyordum da… sonra baktım ki soracağım kimseler ortalıkta pek yok. Ezberlerin­in bozulduğu anda tuhaf şeyler oluyordu. Zaman çoktan başka zamana evrilmiş de farkında değilmişim!

*

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye