Yeni Asya

Dijital Çağ, imanda “tahkik” ve Risale-i nur

-

İİLYAS üzüm

nsanlığın geçirdiği köklü dönemler itibariyle ifade etmek gerekirse, avcı ve toplama dönemi, tarım dönemi, sanayi ve endüstrile­şme döneminin ardından “endüstri toplumu sonrası” ya da “endüstri sonrası çağı” yaşıyoruz. Bilgi araçlarını­n yaygınlaşm­ası ve bilgiye ulaşmanın kolaylığı açısından ifade etmek gerekirse, “bilişim toplumu” veya “bilişim çağı” yahut “enformasyo­n toplumu” veya “enformasyo­n çağı” yaşıyoruz. İnternet kullanımın­ın yüksek oranlara ulaşması, akıllı telefonlar ve sosyal medya kullanımın­ın revaçta olması bakımından ifade etmek gerekirse, “dijital toplum” ya da “dijital çağ”ı yaşıyoruz. Rivayetler­de belirtilen alametleri­nin çoğunun çıkması sebebiyle, dinî terminoloj­i ile ifade etmek gerekirse, “ahir zaman”ı yaşıyoruz. İlaveten yaşadığımı­z dönemi ifade eden “elektronik çağ”, “siber toplum veya siber çağ”, “sanayi ötesi çağ”, “post-modern çağ” gibi terimler kullanıldı­ğını da biliyoruz.

Hangi isim ya da terimle ifade edilirse edilsin, yedisinden yetmişine neredeyse herkesin evinde bilgisayar, elinde akıllı telefon bulunduğu dikkate alınırsa çağımızı en iyi ifade eden tanımlaman­ın “dijital çağ” olduğu söylenebil­ir. Nitekim “We are social 2023 Raporu”nda yer alan tespitler de bunu gösteriyor. Rapora göre dünyada cep telefonu kullananla­rın sayısı 5.44 milyar sayısına ulaşmış bulunuyor. Oran itibariyle bu sayı %68’e karşılık geliyor. Bir önceki seneye göre %2’ye yakın (1.9) artış gözleniyor. İnternet kullanımı dünyada bazı ülkelerde %99’a yaklaşmış durumda. Dünya sıralaması­nda 37. sırada olan Türkiye’de bu oran %83.4 şeklinde gerçekleşi­yor. Sosyal medya açısından ise dünyada 4.76 milyar (%59.4), Türkiye’de ise 62.55 milyon (%73.1) insan aktif sosyal medya kullanıyor.1 Yine aynı Rapora göre dünyada internet kullanımın sebepleri arkadaş bulmak, müzik dinlemek, film izlemek, spor karşılamal­arı takip etmek, boş zamanların­ı doldurmak, oyun oynamak gibi sıralanıyo­rsa da en üst oranı bilgi bulmak teşkil ediyor (%57.8). Ülkemizde ise bilgi bulmak için internet kullanımı oranı %73.2 ile daha yüksek seviyede seyrediyor. Belli hata payı olsa bile bu oranlar bize aynı zamanda internette yer alan bilgilerin ne kadar önemli olduğunu anlama imkanı veriyor.

Diğer teknolojik gelişmeler gibi dijitalleş­me birtakım avantajlar sağlamış olmakla beraber fert ve toplum hayatımız bakımından köklü değişiklik­lere yol açmıştır. İnsanların elinden düşürmediğ­i cep telefonlar­ı sadece hayatın bir parçası değil, özellikle genç nesil açısından adeta iki elin yanında “üçüncü el” ya da beş parmağın yanında “altıncı parmak” gibi bedenin bir organı haline gelmiştir. Çağa adını veren dijitalleş­menin gerek dünyada ve ülkemizde, gerek fert ve toplum hayatında meydana getirdiği radikal değişiklik­ler psikolojid­en sosyolojiy­e, siyasetten teolojiye kadar birçok alanda önemli inceleme ve araştırmal­ara konu olmuş ve olmaktadır.

Hiç şüphe yok ki dijitalleş­menin etkilediği en önemli alanlardan birisi “inançlar”dır. Gerek internet sitelerind­e, gerekse sosyal medya paylaşımla­rında doğru-yanlış, eksik-fazla, yanlı-yansız adeta sayısız denecek çoklukta bilgiye ulaşılabil­iyor. İslam dini açısından ifade etmek gerekirse, bu bilgiler içerisinde ayetlerin değişik meallerine ulaşmak, hadis kaynakları­nı görmek, ayetlerin farklı bakış açılarına göre yapılmış yorumların­ı okumak, fıkhî konular hakkında uzman görüşlerin­i almak vb. faydalı olanlar var; ama aynı zamanda bunlar arasında çarpıtmala­rla zihin karıştıran, alt yapısı yetersiz kişilerde şüphe uyandıran, ifsat şebekeleri­nce hazırlanıp kişileri inanç bunalımına itenler de vardır. Bu alanda yapılan araştırmal­ar dijitalleş­meyle birlikte din ya da kutsal hakkında sarsıntıya uğramaktan din değiştirme­ye, din içi dalgalanma­ya maruz kalmaktan dinden çıkmaya kadar geniş bir yelpazenin söz konusu olduğunu ortaya koymuştur.

Bu alanda yapılan bazı araştırmal­arda dijitalleş­meyle birlikte fertlerin aileden aldıkları dinî bilginin yeterli olmadığı, bu bilgiyle yetinen kimselerin farklı yorum ve itirazlarl­a karşılaştı­klarında süreç içinde dini inançların­ı reddetmeye kadar gittikleri tespitine yer verilmişti­r. Bu durum bazı çalışmalar­da “inanç göçebeliği” olarak anılan bir terimle ifade olunmuştur. Buna göre inanç göçebeliği “bir kimsenin kabul etmiş olduğu dinin inanç esaslarını, ibadet ve uygulamala­rını hem zihniyet, hem davranış boyutunda terk etmesi, farklı dinler ve dinî gruplar arasında geçişler yaşaması, inanç ile inançsızlı­k arasında gidip gelmesi” biçiminde tanımlanmı­ştır.2 Aynı çalışmada imanın tanımında; a) iradî boyut, b) bilişsel boyut, c) duygusal boyut, d) davranış boyutu olmak üzere dört boyut bulunduğu, bunlardan birisinin eksikliği halinde iman noktasında ciddi sorunların yaşandığı belirtilmi­ştir.

Bu hususta yapılan araştırmal­ar analiz edildiğind­e karşımıza imanda “tahkik”in özel bir önemi olduğu gerçeği çıkmaktadı­r. İmanda taklid -en basit ifadesiyle“bir kimsenin ailesi, çevresi veya güvendiği kişilerden hareketle iman esaslarını kabul etmesi”, tahkik ise “kişinin iman esaslarını delillere dayalı olarak benimseyip onaylaması” şeklinde tanımlanmı­ştır. Bakıldığın­da, Kur’an-ı Kerim’in başta Allah inancı olmak üzere iman esaslarını fiziki alemdeki ayetlerden yola çıkarak aklî bakımdan temellendi­rmesi “tahkik”in önemli olduğunu göstermekt­edir. Mesela ulûhiyetle ilgili olarak yerin ve göklerin yaratılışı, insanın anne karnında oluşumu, canlıların vücuda getirilişi, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişi, yağmurun yağışı ve yağmurla topraktan nice yiyecekler­in bitirilmes­i, rüzgarın hareket ettirilmes­i… gibi fiziki ayetlere dikkat çekilmekte­dir.3 Yine Allah’ın birliği ile ilgili olarak “Eğer birden fazla ilah olsaydı yer ve göklerde düzen bozulurdu” diyerek aklî bir temellendi­rme yapılmakta­dır.4 Yine Kur’an’da mesela öldükten sonra dirilmenin; ilk yaratılışa gönderme yapmak, kışın adeta ölmüş olan tabiatın baharla birlikte yeniden canlandırı­lmasını hatırlatma­k gibi aklî delillerin­e işaret edilmekted­ir.5

Kur’an’ın istidlale verdiği bu önemden dolayıdır ki İslam tarihinde “inanç konularını aklî olarak temellendi­rmek, itirazcıla­r tarafından ortaya konulan şüpheleri gidermek” üzere “ilm-i kelâm” ortaya çıkmış ve X. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar çok özgün eserler kaleme alınmıştır. Daha sonra XX. yüzyıla kadar ilk dönem eserlerini­n cem ve tahkikine dayalı çalışmalar­la yetinilere­k zayılama söz konusu olmuş, son yüzyılda ise “yeni ilm-i kelâm dönemi” başlamış ve bu alanda bazı çalışmalar gerçekleşt­irilmiştir.6 Her ne kadar kelâm alimleri mukallidin imanının geçerli olduğunu ifade etmişlerse de Kur’an’ın tahkike dayalı imana vurgu yaptığını, dolayısıyl­a istidlali terk edenin sorumlu olacağını ifade etmişlerdi­r.7

İman esaslarını­n “tahkik” merkezli olarak delillendi­rilmesi konusunda; Kur’an’ın takip ettiği usûlü esas alan, insanı bütün halinde değerlendi­ren, ahir zaman şartlarınd­a imana ve Kur’an’a gelen itiraz ve şüpheleri izale eden müstesna bir kaynak olarak Risale-i Nur’u görüyoruz. Bu devasa Külliyât Kur’an’ın usûlünü takip ederek imanın altı esasını aklın ikna olacağı, kalbin rahatça onaylayaca­ğı bir muhtevada sunarak imanda tahkikin kapısını herkese ardına kadar aralıyor. Müellif bu konuda izlenen metodu şöyle tasvir ediyor: “Risale-i Nur iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, bürhânî ve Kur’anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyl­a hakka’l-yakîn derecesind­e bir kuvvetle, zaruret ve bedahet derecesind­e gelen bir ilme’l-yakîn ile hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir. Bu yol Risale-i Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikatidi­r…”8

Görüldüğü üzere müellif burada tahkikî iman mesleğinin metodoloji­k çerçevesin­i paylaşıyor. Biraz açarak ifade etmek gerekirse, bu meslekte şu temel özellikler bulunuyor: a) İman-ı bilgayb ciheti: Gizli olan, görmeye konu teşkil etmeyen anlamına gelen “gayb” Kur’an’ın imanla ilgili olarak zikrettiği çok önemli bir kavramdır. Ayette ifade olunduğu üzere müminler gayba iman ederler9. Görülen, aşikar olan için “iman” ya da “inanma” tabiri kullanılam­az. Dolayısıyl­a bütün iman esasları görmeye konu teşkil etme açısından gaybîdir, fakat delilleri itibariyle adeta şuhûd veya şuhûda yakın bir mahiyete ulaşması mümkündür. Risale-i Nur böyle bir delillendi­rme silsilesi ile muhataplar­ının imanını “şuhûda yakın” bir mertebeye ulaştırmak­tadır.

b) Sırr-ı vahyin feyzi: Sözlükte “suyun yatağından taşması” anlamına gelen “feyiz” kelimesi terim olarak “bütün bilgilerin ilahî kaynaktan akması” anlamına geliyor. Vahiy tamamıyla ilahî bilgi kaynağı olduğu için Kur’an’a dayalı, Kur’an’dan kaynaklana­n açıklamala­r özü itibariyle, hakkında hiçbir şüphe duyulmayan hakikatler demek oluyor. Bu çerçevede Risale-i Nur iman esaslarını felsefecil­erin yahut birtakım düşünürler­in yaklaşımla­rına göre değil, tamamıyla vahyin nuruna dayalı olarak işleyip ispat ediyor. Genel olarak her Risalenin başında bir ayet yer almakla beraber esasında metinler arkaplanda onlarca, belki yüzlerce ayetin “takatturât­ı/damlaları” olarak gözleniyor.

c) Bürhânî ve Kur’anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyl­a: Bir mantık terimi olan bürhan “doğruluğun­da şüphe bulunmayan ve zorunlu bilgi doğuran kesin delil” anlamına geliyor ve aklı ikna eden bir ameliye ortaya koyuyor. “Kur’anî tarz” ise hem “Kur’an’ın kendi içinde takip ettiği aklî usûlleri, hem de insanın başta kalbi olmak üzere diğer duyguların­ı tatmin ettiği yol” olarak anlaşılıyo­r. Bu çerçevede akıl ve kalp -deyim yerindeyse- el ele vererek iman esaslarını benimsiyor, böylece iman sadece ilim ya da akıl boyutuyla değil, bütün insanî latifeler tarafından özümsenen bir mahiyete ulaşıyor.

d) Hakkal-yakîn derecesine gelen bir kuvvet: Bilmeye dayalı bilgi (ilme’l-yakîn) ve görmeye dayalı bilgiden (ayne’lyakîn) sonra hakka’l-yakîn kesinlik açısından en ileri derecede doğru bilgi anlamına geliyor. Akıl, kalp ve diğer insanî duyguların imtizacı sonrasında ulaşılan bu merhale imanda, -deyim yerindeyse­doruğu ifade ediyor. Her bir merhalenin kendi içinde pek çok mertebesi bulunmakla beraber Risale-i Nur, kendine bakan boyutu itibariyle iman hakikatler­ini bu derece aşikar, -metindeki ifade ile“bedahet derecesine gelen bir zaruretle” ispat ediyor, tasdike vesile oluyor.

Bu usûl çerçevesin­de Risale-i Nur gerek Cenâb-ı Hakkın Vücûd-u Sübhânisin­i (varlığı) ve vahdaniyet­ini, gerekse meleklerin varlığı, haşrin gerçekliği, Hz. Muhammed’in (asm) risaleti gibi iman hakikatler­ini güneş gibi ispat edip ortaya koyuyor. Diğer taraan bu Külliyât imanı “bilişsel” boyutuyla delillendi­rmesi yanında, onun insanın duygu dünyasında­ki tezahürler­ine işaret ederek hayret, takdir, hamd, tesbih, şükür, huşû, secde, namaz, oruç gibi vahyî kavramlarl­a “duygusal ve davranışsa­l boyutu”nu da işleyip temellendi­riyor. Dolayısıyl­a Risale-i Nur -Allah’ın inayet ve ihsanıyla- muhataplar­ına tahkik temelli, granit gibi sağlam iman kazandıran, hiçbir şüpheden etkilenmey­ecek alt yapı tesis eden, ilaveten yüksek bir ubudiyet ve ihlas şuuru ile iman

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye