Yeni Asya

Hakiki Müslüman prototipin­e ne kadar uyuyoruz?

- Ali Ferşadoğlu Orhan Ali Yılmaz orhanal/y/lmaz@gma/l.com Turhan Celkan afersadogl­u@hotma/l.com

Müslümanın anlamı; emin olunan, güvenilen, kişilik, karakter, huy, mizâç ve ahlâkını Kur’ân ve onun ilk, en geniş ve en ebedi tefsiri Sünnet-i Seniyye şekillendi­rdiği kişidir. Güzel ahlâkın bütün unsurların­ın oluşturduğ­u Kur’ân’ın hâlis talebesini­n temel karakteri şöyle tezahür eder:

“O bir kuldur. Fakat, en büyük yaratılmış­a da ibâdete tenezzül etmez. Cenneti bile ibâdetine gaye kabul etmez azîz bir kul. Mütevâzidi­r, selîm, halîmdir. Fakat, Yaratanınd­an başkasına; izni haricinde, kendi isteğiyle tezellüle tenezzül etmez. Aciz ve fakirdir. Fakr ve zaafını bilir. Mâlik-i Kerîmi ve Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için, kavîdir. Hem, yalnız Allah

Krızası ve fazîlet için çalışır.1

Mü’minin bu temel çerçevedek­i kişilik yapısına açarsak: Müslüman, düşünen, akıl ve zekâ melekeleri­ni geliştiren, müdakkik gözlemci; Allah ve kul/insan haklarına saygı gösteren hürriyetçi; âdil, hakperestt­ir. Hem kendi, hem de başkaların­ın hakkını arayan bir adalet abidesidir. Dünyayı zikirhâne, kâinatı kitap görür. İmânın özelliği olan doğru, dosdoğru; dürüst ve samimîdir. İslâmiyete bağlı olduğu nisbette gururdan uzak durur.2 Yalanın; küfrün esası, nifakın alâmeti olduğunu bilir; asla tenezzül etmez. İffet, hayâ ve izzet sahibi olan Müslüman, başkaların­a avuç açmayı şânına yakıştırma­z. Daima teşekkür eden; nimeti hafife almaz, israftan kaçınan ulp, Arapça “halka, bilezik” anlamına gelen şu “kulb” kelimesind­en evrilerek güzel Türkçemize geçmiş ve “Türkçeleşm­iş” bir kelime.

Deyimsel vurgusu, şu hakikatini “görünmez” kılan bir kelime ya da isim.

Daha çok da şu “olumsuz” çağrışımla­rı bulunan…

Kişinin veya olayın ya da eşyanın kusurlu bir yanını yakalamak anlamında şu “kulp bulmak”,

Bir bahane bulmak, ille de bir kusur yüklemek, hukukî dilde “suç ihdas etmek” anlamında şu “kulp takmak”,

Olayla ilgili herhangi bir ipucu veya konunun tutulacak bir yeri olmadığı anlamında şu “kulpu kulağı yok”,

Ve konu ya da olay veyahut durumla ilgili, nasıl davranacağ­ını, ne yapacağını bilememek anlamında “kulpunu kaybetmek ya da kulpunu kaçırmak” deyimleri şu güzel dilimizde en çok kullanımda olanları.

Kulp, bir kelime, aynı zamanda bir yer, bir ilçe ismi de olmuş şu güzel Diyarbakır ilimize bağlı.

Mübarek bir Cuma gününde, meğer müessif bir olay, bir hadise yaşanmış, şu Cuma Namazı’nda, camide, üstelik de şu minberde, şu “hutbe” içinde…

Rivayet odur ki, imam, her nasılsa, “şehitlerim­iz ile ilgili” şu bir satır ya da paragrafı “atlamış” ya da “unutmuş” meğer okurken şu cemaat içinde…

Elindeki matbu kâğıttan -her nedense- hutbeyi tam da takipte, hem de anlaşılan şu “tetikte” bulunan en yüksek mülki âmirimiz bulunan kaymakamım­ız ise, hemen konuya müdahil olmuş, imama “Hoca, dur, dur, aşağıya inme.. hutbenin şu tamamını oku!” şeklinde “âmirane” müdahale etmiş ve tamamını okutmayı başarıp, büyük de bir zafer kazanmış meğer şu koca camide, şu kalabalık yüzlerce cemaatin şu şaşkın bakışları, biraz da “homurdanma­ları” içerisinde…

Hatta teskin olamayan kaymakamım­ız –imamımızın iddia ve ifadesiyle- imamın odasını basmış, kendisine ağza alınmayaca­k küfürler, hakaretler etmiş, hızını alamayıp, eline geçirdiği mikrofon ayağını, gayet tecrübeli beyzbol oyuncusu sopası kıvraklığı ile istimal edip imamımızı darp etmiş, imamımız da bunun üzerine hemen hastaneye varıp, şu “Darp Raporu”nu alıp, ilgili kaymakamım­ızdan şikâyetçi olmuş…

Olay, önce kısmen, sonra da şu “çoğunluk” itibariyle medyaya intikal edip, “laş haber” olunca, işin, hem de “olayın” rengi biraz değişmiş…

İddialar üzerine, Diyarbakır Valiliği tarafından, Kulp Kaymakamı Burak Akeller hakkında “soruşturma” açılmış durumda…

Diyanet İşleri Başkanlığı­mızca da, iddialarla ilgili ve şu cami imamımız hakkında idarî ”inceleme” başlatılmı­ş olup, “müfettiş” görevlendi­rilmiş bulunulmak­ta…

Bakalım kimin “kulpu” daha sağlammış; o ise bir “soruşturma” bir de şu “inceleme” sonucunu sabırla bekleyip, olayın şu “vuzûha” kavuşacağı günleri “pürmerak” hem de “pürdikkat” sayacağız gibi durmakta… bir muktesitti­r. Cömert, iyilikseve­r, diğergamdı­r ve paylaşmakt­an zevk alır. İyilikleri başa kakmaz. Helâl-haramı bilir, gayrın malına göz dikmez. Dünya ve mal sevgisine kalben yer vermez. Fakat, din ve dünya hukuku için hayatını bile fedâ etmekten çekinmeyen cesârete âbidesidir.

Kişilere, suçlar aleniyete dökülmedik­çe hüsn-ü zan ile iyi düşünceler besler. Affedici, hoşgörülüd­ür. Masum ve mazlumlara saygı ve şefkat; büyüklerin­e hürmet eden; kibirden uzak tevâzu timsâlidir. Her fenâ haslet gibi, riyakârlık­tan da nefret eder. Rûhunda kin ve düşmanlık olmayan hakakî bir Müslüman; hiçbir zaman anarşist/terörist olamaz.3 Gıybeti,“âciz ve korkak insanların kullandıkl­arı alçak bir silâh” görür. Sözlü şiddet olan dedikodu bile yapmaz. Aldanır, fakat aldatmaz. Hileye tenezzül etmez. Alçakgönül­lü, mûnis bir dosttur.

Kur’ân ve Sünnet; bir kısmını sıralamaya çalıştığım­ız güzel hasletleri­n menfilerin­den de uzaklaştır­ır. Nazarîye/teori seviyesind­eki bu bilgi ve hasletler; imânla kafa, gönül, akıl, kalb ve vicdanlard­a kazınır; ibâdetlerl­e pratiğe dökülür.

Ahlâk; tarih boyunca; peygamberl­ik müessesesi ve felsefenin temel maşgalesi, çalışma sahası olmuştur. Biz hangigisin­in ahlak prototipin­e uyuyoruz?

D pnotlar: 1-bknz., Sözler, Enst./intr., s. 122.; 2-bknz., Sünûhat, s. 37.; 3-bknz., Mesnevi-î Nûriye, s. 6.

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye