Hakiki Müslüman prototipine ne kadar uyuyoruz?
Müslümanın anlamı; emin olunan, güvenilen, kişilik, karakter, huy, mizâç ve ahlâkını Kur’ân ve onun ilk, en geniş ve en ebedi tefsiri Sünnet-i Seniyye şekillendirdiği kişidir. Güzel ahlâkın bütün unsurlarının oluşturduğu Kur’ân’ın hâlis talebesinin temel karakteri şöyle tezahür eder:
“O bir kuldur. Fakat, en büyük yaratılmışa da ibâdete tenezzül etmez. Cenneti bile ibâdetine gaye kabul etmez azîz bir kul. Mütevâzidir, selîm, halîmdir. Fakat, Yaratanından başkasına; izni haricinde, kendi isteğiyle tezellüle tenezzül etmez. Aciz ve fakirdir. Fakr ve zaafını bilir. Mâlik-i Kerîmi ve Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için, kavîdir. Hem, yalnız Allah
Krızası ve fazîlet için çalışır.1
Mü’minin bu temel çerçevedeki kişilik yapısına açarsak: Müslüman, düşünen, akıl ve zekâ melekelerini geliştiren, müdakkik gözlemci; Allah ve kul/insan haklarına saygı gösteren hürriyetçi; âdil, hakperesttir. Hem kendi, hem de başkalarının hakkını arayan bir adalet abidesidir. Dünyayı zikirhâne, kâinatı kitap görür. İmânın özelliği olan doğru, dosdoğru; dürüst ve samimîdir. İslâmiyete bağlı olduğu nisbette gururdan uzak durur.2 Yalanın; küfrün esası, nifakın alâmeti olduğunu bilir; asla tenezzül etmez. İffet, hayâ ve izzet sahibi olan Müslüman, başkalarına avuç açmayı şânına yakıştırmaz. Daima teşekkür eden; nimeti hafife almaz, israftan kaçınan ulp, Arapça “halka, bilezik” anlamına gelen şu “kulb” kelimesinden evrilerek güzel Türkçemize geçmiş ve “Türkçeleşmiş” bir kelime.
Deyimsel vurgusu, şu hakikatini “görünmez” kılan bir kelime ya da isim.
Daha çok da şu “olumsuz” çağrışımları bulunan…
Kişinin veya olayın ya da eşyanın kusurlu bir yanını yakalamak anlamında şu “kulp bulmak”,
Bir bahane bulmak, ille de bir kusur yüklemek, hukukî dilde “suç ihdas etmek” anlamında şu “kulp takmak”,
Olayla ilgili herhangi bir ipucu veya konunun tutulacak bir yeri olmadığı anlamında şu “kulpu kulağı yok”,
Ve konu ya da olay veyahut durumla ilgili, nasıl davranacağını, ne yapacağını bilememek anlamında “kulpunu kaybetmek ya da kulpunu kaçırmak” deyimleri şu güzel dilimizde en çok kullanımda olanları.
Kulp, bir kelime, aynı zamanda bir yer, bir ilçe ismi de olmuş şu güzel Diyarbakır ilimize bağlı.
Mübarek bir Cuma gününde, meğer müessif bir olay, bir hadise yaşanmış, şu Cuma Namazı’nda, camide, üstelik de şu minberde, şu “hutbe” içinde…
Rivayet odur ki, imam, her nasılsa, “şehitlerimiz ile ilgili” şu bir satır ya da paragrafı “atlamış” ya da “unutmuş” meğer okurken şu cemaat içinde…
Elindeki matbu kâğıttan -her nedense- hutbeyi tam da takipte, hem de anlaşılan şu “tetikte” bulunan en yüksek mülki âmirimiz bulunan kaymakamımız ise, hemen konuya müdahil olmuş, imama “Hoca, dur, dur, aşağıya inme.. hutbenin şu tamamını oku!” şeklinde “âmirane” müdahale etmiş ve tamamını okutmayı başarıp, büyük de bir zafer kazanmış meğer şu koca camide, şu kalabalık yüzlerce cemaatin şu şaşkın bakışları, biraz da “homurdanmaları” içerisinde…
Hatta teskin olamayan kaymakamımız –imamımızın iddia ve ifadesiyle- imamın odasını basmış, kendisine ağza alınmayacak küfürler, hakaretler etmiş, hızını alamayıp, eline geçirdiği mikrofon ayağını, gayet tecrübeli beyzbol oyuncusu sopası kıvraklığı ile istimal edip imamımızı darp etmiş, imamımız da bunun üzerine hemen hastaneye varıp, şu “Darp Raporu”nu alıp, ilgili kaymakamımızdan şikâyetçi olmuş…
Olay, önce kısmen, sonra da şu “çoğunluk” itibariyle medyaya intikal edip, “laş haber” olunca, işin, hem de “olayın” rengi biraz değişmiş…
İddialar üzerine, Diyarbakır Valiliği tarafından, Kulp Kaymakamı Burak Akeller hakkında “soruşturma” açılmış durumda…
Diyanet İşleri Başkanlığımızca da, iddialarla ilgili ve şu cami imamımız hakkında idarî ”inceleme” başlatılmış olup, “müfettiş” görevlendirilmiş bulunulmakta…
Bakalım kimin “kulpu” daha sağlammış; o ise bir “soruşturma” bir de şu “inceleme” sonucunu sabırla bekleyip, olayın şu “vuzûha” kavuşacağı günleri “pürmerak” hem de “pürdikkat” sayacağız gibi durmakta… bir muktesittir. Cömert, iyiliksever, diğergamdır ve paylaşmaktan zevk alır. İyilikleri başa kakmaz. Helâl-haramı bilir, gayrın malına göz dikmez. Dünya ve mal sevgisine kalben yer vermez. Fakat, din ve dünya hukuku için hayatını bile fedâ etmekten çekinmeyen cesârete âbidesidir.
Kişilere, suçlar aleniyete dökülmedikçe hüsn-ü zan ile iyi düşünceler besler. Affedici, hoşgörülüdür. Masum ve mazlumlara saygı ve şefkat; büyüklerine hürmet eden; kibirden uzak tevâzu timsâlidir. Her fenâ haslet gibi, riyakârlıktan da nefret eder. Rûhunda kin ve düşmanlık olmayan hakakî bir Müslüman; hiçbir zaman anarşist/terörist olamaz.3 Gıybeti,“âciz ve korkak insanların kullandıkları alçak bir silâh” görür. Sözlü şiddet olan dedikodu bile yapmaz. Aldanır, fakat aldatmaz. Hileye tenezzül etmez. Alçakgönüllü, mûnis bir dosttur.
Kur’ân ve Sünnet; bir kısmını sıralamaya çalıştığımız güzel hasletlerin menfilerinden de uzaklaştırır. Nazarîye/teori seviyesindeki bu bilgi ve hasletler; imânla kafa, gönül, akıl, kalb ve vicdanlarda kazınır; ibâdetlerle pratiğe dökülür.
Ahlâk; tarih boyunca; peygamberlik müessesesi ve felsefenin temel maşgalesi, çalışma sahası olmuştur. Biz hangigisinin ahlak prototipine uyuyoruz?
D pnotlar: 1-bknz., Sözler, Enst./intr., s. 122.; 2-bknz., Sünûhat, s. 37.; 3-bknz., Mesnevi-î Nûriye, s. 6.