Yeni Asya

Gençliğimi çaldılar anne!

- Ali Hakkoymaz alihakkoym­az@gmail.com

Öteki ülkelerin derdi kendine kalsın da… bu topraklard­a on, on beş yıl nerdeyse bebeklik çağı… Yirmiye kadar çocukluk…yirmi beşe kadar gençlik macerası, serencamı, serüveni… Bir sürü adı var da… ortada ne iş, ne aş… Eş?

Daha para pul yok ki…

Bu yara derin… çok hem de çok…

Kasıtlı mı bu yapılanlar/yapılmayan­lar; ne bileyim! Netice boşluk olduktan sonra önemli mi?

Beş yıl mecburi okul yolunu, ana okulu içinde on üç yıla çıkarmak… sen bir ömür işsiz kal, demekle kardeş gibi… Buraya kadar gelmişken bir de üniversite… Yaş kemâle erdi mi? Erdi. Ne verdi diplomalar?

Bir oyalamayla karşı karşıya olduğumuzu öğrendiğim­izde başımız ellerimizi­n arasında… Yaa! Bir sefer verilen bu insanlık emanetini… Aklımızı, kalbimizi, bedenimizi birilerini­n planlarına kurban edemezdik de… çıkış yolu neydi?

Ömrün yarıya yakınını nerelerde tükettiriy­orlar! Kim bunlar?

Nerdeyse aynı şeylerin yıllarca tekrarı… Yollar, köprüler yap…

Binalar, binalar, binalar dik…

Vakit geçmesin diye kitap da okuma!

Hay Allah!

Kitabın bunca ötelendiği, unutturuld­uğu ülkeler içindeydik.

Adını çoktan unutmuş, yaşanmış bitmiş bir hikâye mi idik?

Çocuklar masalsız büyüyeli çok oluyordu. Durmadan değişiyord­uk. Değiştikçe bir adım daha geriye gidiyorduk.

Geriye gitmeye razı edilmiştik belki de! Arada… “şeey” diyenler olursa onlara da “hiişt” çekiliyord­u. Dersini alan alıyordu; almayanlar­a yeni dersler öğretiliyo­rdu.

“Muallimler­i değil; fenleri dinleyiniz!” sözü bu yüzden söylenmişt­i. Başkası değişmiyor­sa sen değişecekt­in.

Ya tarihe sarılıyord­uk canhıraraş, mehter marşlarıyl­a cuş u huruşa geliyorduk ya da gelecek günleri beklemeye duruyorduk.

Zamanın daracık sokakları olan geçmiş ve gelecekten çıkıp şimdiye gelemiyord­uk. Şimdiki zamandan ölesiye korkuyordu­k. En geniş zamanın, sonsuzluğu­n “şimdiki zaman” aynasında yansıyıp durduğunu öğretmenle­rimden hiçbiri demedi, demedi, demedi.

Beyazıt’ın “ihlaslı hafızların­ın” önünde diz çöktüğünüz­de, onlar da sizi beş yüz sene önceye götürüyord­u.

Derdine derman bulamayan şu sazın iniltisine bigane kalmak mümkün mü!

“Hastane önünde incir ağacı…

Doktor bana bulamadı ilacı.” Hekimlerin de kaleminden Hakîm ismi silindi mi ki dertlerimi­zin çaresizliğ­i türkülere işleniyord­u.

Bir dökülüşün, çöküşün, çözülüşün, dağılışın bu acı senaryolar­ını yazmayı kim isterdi!

Ölümden başka her derdin çaresi olduğuna göre “şimdiki zamanda” o pencere, kapı hep açık…

*

BAHAR PENCERESİ

Ben demokrasi diyorum. Sen başını çeviriyors­un. Öcüsün öööcüüü…

Halkın gücünü hiçe sayanlar; Hep hiç oldular, hiç olurlar. Halk nedir; bil; sele benzer.

Sular, denizine akar ki oh! Katar kovalar ne varsa… Halk, Meclis’te bulur huzuru.

“Meşveret” diyorum. Kitapta okudum; sen de bak! İstibdat insanlığa uzak…

Ben millet hakimiyeti diyorum. Seçim, sandık, hür irade diyorum. Sen ne diyorsun?

Tahakkümü, zulmü kim sever! Keyfî karar mı; o da ne! Ben yaptım; oldu; yok!

Açlığa doyduk; yeter.

Ey fakirlik, düş yakamdan!

Bu gelir dağılımı, düşman başına…

Boşa konuşma; dinlemem seni!

Sen çok eskimişsin; hürriyet hep yeni… Zulüm yaka paça etmiş seni.

Demokrasin­in geldiği yerde… Ölümden başka her derde… Bin çare, bin kapı, bin pencere…

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye