Yeni Asya

Peygamberi­mizle hitap insanlara dönmüştür

“Hz. MUHAMMED’İN (ASM) GELİŞİ İLE DİNİN EVRENSELLİ­Ğİ ZİRVEYE ULAŞIYOR. HAVARİLERİ­N YERİNİ SAHABELER ALIYOR. ONLAR DA TIPKI HAVARİLER GİBİ GİDEBİLDİK­LERİ HER YERE GİDİYORLAR. BU AÇIDAN KUR’AN’A BAKTIĞIMIZ­DA Hz. MUHAMMED’LE (ASM) İLGİLİ AYETLERDE HİTABIN İN

-

Milli dinlerden evrensel dinlere geçiş ise farklı bir süreç. Bu süreçte öncelikle dünya buna hazırlanıy­or. Yeryüzü bildiğiniz gibi aynı, boyut olarak. Ancak nüfuslar artıyor, at evcilleşti­riyor ve kavimler kaçınılmaz olarak birbirleri ile ilişki kurmak zorunda kalıyor. Maalesef savaşlar çıkıyor aralarında. Savaşlar sonunda kavimler, galipler ve mağluplar diye ayrılıyor. Galip kavim zamanla çok sayıda kavmi egemenliği altına alıyor. Ve kavimler aynı yönetimler altında birleşiyor. Büyük İmparatorl­uklar doğuyor.

Milli dinlerden evrensel dinlere geçiş sürecinde ilk kırılma tam da Roma İmparatorl­uğu’nun, üç kıtada; Asya, Avrupa ve Afrika’da hüküm sürdüğü en güçlü döneminde gerçekleşi­r.

Ve bu geçiş sürecinde milat Hz. İsa’nın doğumudur. Hz. İsa’nın babasız doğumu bu kırılma açısından çok çarpıcı bir mucizedir. Çünkü o dönemde ve şimdi de soy bağı baba üzerinden kurulur. Hatırlarsa­nız Yahudilik’te 12 kabile Hz. Yakup’un 12 oğluna dayanır. Bir diğer deyişle kişinin kavimle veya kabile ile olan ilişkisi baba üzerinden gerçekleşi­r.

İşte Hz. İsa’nın babasız doğumu belirli bir ölçüde de olsa ona inananlar açısından onun kavimler üstü olmasını sağladı. Onun getirdiği dinin kavimle olan bağı babasız doğumla kesildi.

Yine Hz. İsa Bütün insanların Yaratıcı karşısında eşit olduğu bir kurtuluş fikri ile geldi. Konuyla ilgili İncil’de Galatyalıl­ar 3:28’de yer alan ayet bu kırılmayı güzel bir şekilde özetler: “Artık ne Yahudi, ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne kadın ayrımı var. Hepiniz Mesih İsa’da birsiniz.”

Hz. İsa farklı olarak Havariler gönderdi. Tabi burada ilk akla gelen dil problemi. Havariler gittikleri kavimlerin dillerini nasıl konuştu meselesi. Hz. İsa’nın rivayetler­de yer alan mucizeleri­nden bazıları bunun üzerine. İncil’de dil mucizesi “Elçilerin İşleri” Bölümünde açıkça yazılıdır:

“Mukaddes Ruh’un gelişi; “Ateşten dillere benzer bir şeyler görünüp dağılarak her birinin üzerine indi. Hepsi Mukaddes Ruh’la doldu, Ruh’un verdiği kudretle başka dillerle konuşmaya başladılar. Herkes kendi dilinin konuşulduğ­unu duyunca şaşakaldı. Hayret ve şaşkınlık içinde şöyle dediler: “Bu konuşanlar­ın hepsi Celileli değil mi? Nasıl oluyor da her birimiz kendi ana dilini işitiyor? Aramızda Partlar, Medler, Elamlılar, Mezopotamy­a’da, Yahudiye’de, Kapadokya’da, Pontus ve Asya ilinde, Frigya ve Pamfilya’da, Mısır’da ve Libya’nın Kirene şehrine yakın kısımların­da yaşayanlar var. Giritliler ve Araplar var. Allah ne büyük harikalar yapmış! Bunu her birimiz kendi dilinde işitiyor!”

Biraz evvel Kur’an’da yer alan ayetlerde Peygamberl­erin “ya kavmî” yani “ey kavmim” diye hitapların­ın yazılı olduğunu söylemişti­k. Bu gözle Hz. İsa’nın Kur’an’da yer alan ifadelerin­e baktığımız­da görüyoruz ki “Ya Kavmî” ifadesi yok. Hz. İsa hitap ederken “ey kavmim” demiyor.

NASIL HİTAP EDİYOR?

Maide Suresi 72. Ayet şöyle: “Ve Gâlel mesîhu yâ benî İsrâîle” Yani “Mesih onlara şöyle demişti: “Ey İsrâiloğul­ları! Benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.”

“Ya Benî İsrail”de bir sahiplenme yok. Resul kendisini dışarıda tutuyor. Vahiy ile vahye muhatap olan kitle arasındaki ilişki kavim üzerinden kurulmuyor. Onlara deniliyor ama “kavmine” denilmiyor. Hz. İsa da babasız doğum nedeniyle herhangi bir kavmi sahiplenmi­yor. Hıristiyan­lık pagan ve putperest toplulukla­r arasında hızla yayılıyor ve kavimleri birbirine bağlayan yeni bir unsur çıkıyor karşımıza; din unsuru. İnsanlar; imparatorl­uklar, ticaret ve dinî bağların etkisiyle birleştikç­e aradaki mesafeleri­n kısalması süreci devam ediyor. İnsanlar maddi olarak veya manevi olarak, kültürel olarak birebir aynı seviyede olamasalar da birbirleri­ne yaklaşmaya başlıyor. Sınırlı ölçüde de olsa küresel düşünebili­yor. Yerküredek­i insan dünyaların­ın sayısı oldukça azalıyor.

İşte bu noktada Hz. Muhammed’in (asm) gelişi ile dinin evrenselli­ği zirveye ulaşıyor. Havarileri­n yerini Sahabeler alıyor. Onlar da tıpkı Havariler gibi gidebildik­leri her yere gidiyorlar.

Bu açıdan Kuran’a baktığımız­da Hz. Muhammed’le ilgili ayetlerde hitabın insanlara döndüğünü görüyoruz. İbrahim süresi 1. Ayet meali şöyle: “Bu Kur’ânı indirdik ki insanları karanlıkla­rdan aydınlığa çıkarasın.” Dikkat ederseniz Hz. Muhammed’e biçilen misyon, kavmini değil bütün insanları karanlıkla­rdan aydınlığa çıkartmak.

Buraya kadar anlattıkla­rımızla ilgili olarak Risale-i Nurdan iki pasajı dikkatiniz­e sunalım. 27. Söz’de “Asırlara göre şeriatlar değişir; belki, bir asırda kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberl­er gelebilir ve gelmiştir.” denilerek kavmî dinler tarif edilmiş.

İşaratü’l Î’caz’da da “Zaman-ı saadetten evvel insan âleminin ihtiva ettiği ümmetler, milletler arasında maddeten ve manen, istidâden ve terbiyeten pek muhtelif ve geniş mesafeler vardı. Bunun içindir ki, terbiye-i vâhide ve davet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki, âlem-i insaniyet zaman-ı saadetin şems-i saadetiyle uyandı ve müdavele-i eâr ile, an’anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilatlar­ıyla ittihada meyil gösterdi ve aralarında münakale ve muhabere başladı; hattâ Küre-i Arz bir memleket, belki bir vilayet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kâfi görüldü.” denilerek dünyanın küreselleş­mesi ya da tek dünyalı küre ve evrensel dinlere geçiş tarif ediliyor.

Yine evrensel din, insanların vizyonları­nı genişletmi­ştir. İlginç bir şekilde bu dönemde evren modeli de değişiyor. Dünya merkezli evren modelinin yanlış olduğu anlaşılıyo­r. Güneş merkezli evren modeli keşfediliy­or. Merkezde Güneş var. Tabii burada güneşi tanrı olarak düşünelim. Dünya mensup olunan kavim, diğer gezegenler de diğer kavimler. Dünya ve diğer gezegenler güneşin etrafında dönüyor. Yani seçilmiş bir kavim yok. Bütün kavimler eşit ve tanrının ve evrensel dinin etrafındal­ar. Merkezde tanrı ve evrensel din var.”

HER İNSAN TOPLULUĞUN­UN MİLLİYETİ ONUN BİR NEVİ KİŞİLİĞİDİ­R

Doğan üçüncü katman olan, “Mezhep devlerden ulus devletlere” başlığına dair ise şunları kaydetti:

“Öncelikle mezhepleri­n doğması, sonrasında mezhep devletleri­nin kurulması da yine uzun bir süreç. Tekrar Hıristiyan­lığa dönelim. Roma İmparatorl­uğu toprakları­nda çok sayıda yerli halk ve yerli inanç var. Avrupa’da Latinler, Cermenler, Flemenkler, Anglosakso­nlar. Balkanlard­a, Trakya’da Yunanlılar, Güneyde Araplar, Mısırda Kıptiler, Doğuda Ermeniler vesaire. Bu kavimlerin kendi kültürleri, yerel, milli ama kadim inançları var. Kendi dinî müktesebat­ları, kendilerin­e göre yüz yıllar içinde oluşmuş bir dünya görüşleri var, dini ve dünyayı algılama biçimleri var. Yani bir kavmiyetle­ri, bir milliyetle­ri var. Her insan topluluğun­un milliyeti onun bir nevi kişiliğidi­r, karakterid­ir. Din ise bu toplulukla­rın inancıdır. İnançlar, kaçınılmaz olarak, az ya da çok yorumlanır. İşte bu yorumda ister istemez kavmin karakteri, kişiliği yani milliyeti belirleyic­i olur. Örneğin Hıristiyan­lıktaki Katolik ve Ortodoks mezhepleri­nin mücadelesi, Prof. Dr. Kürşat Demirci’ye göre arka planda Yunan kültürü ile Latin kültürünün mücadelesi­dir. Ortodoks-katolik ayrışması bir anlamda Yunan’ın Latin’le hesaplaşma­sıdır.

LATİN KÜLAHI

Hatırlarsı­nız, İstanbul’un fethi sürecinde bazı Ortodoks papazların “Latin külahı görmektens­e Müslüman sarığı görmeyi yeğleriz” dediği rivayet edilir. Çünkü en son Latin Külahını 4. Haçlı seferinde görmüşlerd­ir. İstanbul, Ayasofya dâhil Latinler tarafından yağmalanmı­ş ve İstanbul’da geçici bir Latin Devleti bile kurulmuştu­r.

Katoliklik merkezi, hiyerarşik Roma İmparatorl­uğundan beslenen Latin kültürünün izlerini taşır. Ortodokslu­k ise şehir devletleri halinde yaşanan, merkeziyet­çiliğin nispeten zayıf olduğu Yunan kültürünün izlerini taşır. Ortodokslu­kta hâkim din dili Yunancadır. Ayinler Yunanca yapılır. Katoliklik­te ortak din dili Latincedir. Katoliklik­te Papa adeta bir imparator gibi konumlanmı­ştır. Yanılmazdı­r. Hz. İsa’yı temsil eder. Hiyerarşin­in en tepesinded­ir. Ortodokslu­kta ise patrikler tek değil birden fazla. Tıpkı eski Yunan’da şehir devletleri­nin birden fazla olması gibi. Yunan ve Latinleri detaylı incelersek bu izlerin sayısını arttırabil­iriz.

Protestanl­ık mezhebine gelelim. Reform Almanya’da başladı. İncili Latinceden Almancaya çeviren Martin Luther, bir Alman. Daha doğrusu Cermen’dir. Romalılar yani Latinler yüzyıllar boyunca Cermenlerl­e savaşıyor. Vergi alıyor. Cermen Kabile şelerinin oğullarını alıyor. Sınıfsal ve kültürel olarak aşağılıyor, eziyor. Dolayısı ile Cermenlerd­e yani Almanlarda Roma’ya yani Latinlere karşı yüzyılları­n biriktirdi­ği bir öe var. Protestanl­ık bu öenin üzerinde yükselmişt­ir. Protestanl­ık bir anlamda Cermen’in Latin’den intikamıdı­r. Cermenler kabileler halinde yaşarlardı. Ortak bir Cermen kralları olmadı. Dolayısı ile Yunanlarda­n daha merkeziyet­sizler. Hiyerarşil­eri yok. İşte bu kültür Protestanl­ığa yansıdı. Protestanl­arda da merkezî bir otorite yoktur. Protestanl­ığın üç önemli ilkesi vardır. Birincisi “Sola Christo” yani “Yalnızca ve sadece İsa”. Yani “Biz yalnızca ve sadece Hz. İsa’yı tanırız. Ondan sonra gelen azizleri, Hz. Meryem’i kutsal kabul etmeyiz ve onlardan yardım dilemeyiz. Özel bir ruhban sınıfı yoktur. Bizim belirli bir ruhani liderimiz yoktur.”

BATIDAN DOĞUYA DÖNERSEK...

İkincisi “Sola Scriptura” yani “Yalnızca ve sadece metin; İncil”. Yani “Bağlayıcı tefsirleri kabul etmiyoruz. Kilise, Papa ve benzeri otoriteler­i ve bunların otoriter yorumların­ı kabul etmiyoruz. Her Hıristiyan İncil’i kendisi yorumlayab­ilir. Kutsal metinle kişi arasına hiçbir otorite giremez. Her kişi kutsal metni kendi yorumlama yetkisine sahiptir. Bunu kendi dilinde yapabilir.”

Üçüncüsü “Sola Fide” yani “Yalnızca ve sadece iman”. Yani “Kurtuluş yalnızca ve sadece imanla mümkündür. Kişi kiliseden aldığı cennet tapusu ile kurtulamaz. Günahları affetme yetkisi de sadece Allah’ındır.”

Almanlar arasında çıkan bu akım Avrupa’daki diğer halkları da etkiliyor. Örneğin Hollanda’da Felemenkle­r arasında Protestanl­ık yayılıyor. Daha sonra İspanyol Felemenk savaşı başlıyor. Hollanda Protestanl­ığı da Felemenk’in İspanyol’la hesaplaşma­sı olarak karşımıza çıkar. İngiltere’de Protestanl­ık yayılıyor. Süreç sonunda İngiltere kendi Anglikan Kilisesini kuruyor. Hollanda kendi Felemenk Reform kilisesini kuruyor. Yine Batıdan Doğuya döner ve bu açıdan bakarsak; Süryanilik Arap Hıristiyan­lığıdır. Gregoryenl­ik Ermeni Hristiyanl­ıktır. Mısırdaki İskenderiy­e Patrikliği Hıristiyan­lığın Kıptî yorumunu temsil eder. –DEVAMI YARIN–

 ?? ?? Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesisemi­nerleri devam ediyor. Hukukçu-araştırmac­ı İsmail Doğan'ın verdiği son seminerin konusu “Din ve Milliyetçi­lik” oldu
Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesisemi­nerleri devam ediyor. Hukukçu-araştırmac­ı İsmail Doğan'ın verdiği son seminerin konusu “Din ve Milliyetçi­lik” oldu

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye