Faiz imtihanı
Türkiye’yi idare edenlerin sadece faiz konusunda ortaya koydukları tavır bile iş bilmez olduklarını görmek için yeterli olsa gerek. Faizin -haklı olarak- en büyük düşman ilan edilmesinden bir müddet sonra bir bakıma ‘faize sarılması’ akıl ile, iz’an ile, milleti düşünmek ile izah edilebilir mi?
“Sen çalış, ben yiyeyim” anlayışının ürünü olan faiz elbette ekonomik kalkınmanın en büyük engelidir. Fakat faizi düşürmek ve yüksek faiz ile mücadele etmek söz ile, emir ile, ‘karar almak’ ile mümkün değil. Faizi düşürmek için atılması gereken adımlar bellidir. Bu adımlar ülkeden ülkeye de pek değişmez. En başka israf önlenmeli, devlet topladığı vergi kadar harcamalı, bütçesi açık vermemeli, borç ihtiyacı ortadan kalkmalı ki dolaylı olarak faizler düşsün. Daha doğrusu bu mesele yıllardan beri dert olarak tesbit edilmiş ve çareleri de ehlince bellidir. Bu çareler uygulamak yerine keyi kararlar almakla faizler düşmez. Hele hele her türlü israfa yol açıp, bir kazanırken üç harcayarak ve “Ben varken yüksek faiz olmaz” demekle hiç düşmez. Maalesef Türkiye’yi idare edenler atılması gereken adımları atmayıp sadece ‘faiz kötüdür’ demekle iktifa ediyorlar.
Benzer tabloyu, döviz iyatlarının yükselmesinde de görüyoruz. “Ben varken doların iyatı yükselmez” gibi iddialı sözler sarf edip millete söz verenler şimdi ne diyor ve ne düşünüyor? Eğer israfta devam edilirse ve başkasının parasıyla iş yapılırsa döviz de yükselir, enlasyon da. Bunun başka izahı olabilir mi?
Faizle mücadelede yapılan yanlışlardan biri de bu işi ‘inanç’a bağlayıp fakat gereğini yapmamak olmuştur. Emirle faizlerin düşeceğini söyleyen ve buna göre iş tutan idarecilere ne denilebilir ki? Netice itibarıyla öyle bir hale düşüldü ki, insanlar; inançların referans verilmesi dolayısıyla ‘dini değerler’den uzaklaştı. Bunun da ayrı bir vebali yok mu?
Faize karşı mücadele adıyla atılan atımlar yanlış adımlar öyle bir noktaya geldi ki, artık yüzde 50 faizler konuşuluyor. Ve daha dikkat çekici olan, Türkiye’yi idare edenlerin ‘düşük faiz’ vaadlerini tamamen unutmuş olmasıdır. Önceleri hemen her konuşmasında “faize karşı mücadele başlattık, faizler düşüyor, biz varken faizler daha artamaz, bakın faizlerle nasıl mücadele edilir” diyenler bu sözlerini tamamen unutmuş vaziyette. Sanki Türkiye’nin böyle bir meselesi, böyle bir derdi ve böyle bir sıkıntısı yokmuş gibi davranılıyor.
Kesin bir dille ifade edilebilir ki, Türkiye’yi idare edenler “faizle mücadele” imtihanını tamamen kaybetmiş durumdalar. “Dindar kimlik”le atılan bu adımlar, mütedeyyin insanların faiz karşısındaki hassasiyetini de ne yazık ki kırmış budamıştır.
Dün kötü olan ve her zaman da ‘kötü’ olarak kalması icap eden faiz, Türkiye’yi idare edenler nezdinde temize mi çıkmıştır ki artık‘faizle mücadele’den vazgeçmiş görünüyorlar?