Tam inanan, tam dayanır
Bir hizmete, bir dâvaya tam inanmış kimse, inandığı istikamette sonuna kadar gider. Gördüğü sıkıntı ve meşakkatlerden dolayı yılgınlık gösterip pes etmez. İnançları uğruna başına gelirse gelsin, o tam dayanır. Tâ ki, aynı istikamette giden inanmışlara tam örneklik teşkil etsin.
Dosdoğru yolda gittiğinden emin olanlar, âhir ömre kadar, son nefese kadar bu istikametten ayrılmamaları için Yaradan Allah’a içtenlikle duâ ederler.
Evet, mü’ninlerin en çok tekrarla dualardan ikisi şöyledir: 1) Allah istikametten ayırmasın. 2) Yâ Rab! Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl.
*
Yolun belli bir kilometresine, yahut hayatının belli bir safhasına kadar büyük iddialarla gidip, ardından o iddiadan caymak, mücadeleyi bırakmak, yahut pes etmek, kişinin tam insanmış bir duygu ve düşünceye sahip olmadığını gösterir. Böylesi örnekler maalesef çoktur. Şu tarz söylenmeler yaygındır: O işe inanmıştık aslında. Olması, başarıya ulaşması için de çok çalıştık; ama, baktık ki olmuyor-yapamıyoruz, bıraktık biz de.
Bir muhterem hocamızın hakikatli bir sözünü tam da şu “Bıraktık” noktasında aktarmak istiyorum: “Peki kardeşim, bırakınca o iş oldu mu? Yani, bırakınca maksat hasıl oldu mu?”
Hocamız, bir arkadaşa okuması için bir kitap-risâle vermişti. Aradan iki-üç ay kadar zaman geçince, karşılaşma esnasında aralarında şöyle bir diyalog geçti:
Hoca: - Sana verdiğim kitabı okudun mu, okuyor musun?
Delikanlı: - Hocam okumaya başladım. Ama hiç anlamadım. Onun için bıraktım.
Hocanın kulaklara küpe olacak cevabı: Peki kardeşim, okumayı bırakınca anladın mı? Yani, okumayı bırakman bir şeye yaradı mı, bir faydasını gördün mü?
Tabiî, bu tarz bir bırakmanın haklı, mantıklı, geçerli bir cevabı olmaz; nitekim olmadı.
Sonuna kadar dayanamayıp işi bırakanlar, bedelinfaturanın ağır olduğunu görüp kaçanlar, gerçekte “tam inanmışlar” sınıfına girmiyor, giremiyor. Bırakmak, pes etmek, hele hele kaleyi terk edip kaçmak, tarih ve insanlık nazarında da kişiyi zan ve töhmet altında bırakır. *
Demek ki neymiş? Asl’olan devamlılık imiş. İbadetin dahi, az da olsa devamlı olanı makbul imiş.
İşte, tam bir azim ve kararlılık içinde ömür boyu inandığı dava istikametinde giden meşhur olmuş örnek şahsiyetler de var. Meselâ, iki gün önceki yazıda kendisinde genişçe söz ettiğimiz bağımsızlık sembolü Hint lider Mahatma Gandi. Diğer bazı örnekleri de şu şekilde özetleyebiliriz: ABD’DE ırkçılıkla mücadele destanı yazan Martin Luter King. İsrail’in Filistin’de katliam ve soykırım yaptığını Lahey Adalet Divanına götüren Güney Afrika’nın eski efsanevi lideri Nelson Mandela. Keza, şiddetli istibdadın hükmettiği Meşrutiyet döneminde ve mutlak istibdadın hükmfermâ olduğu Cumhuriyet’in ilk 27 yıllık döneminde başına gelmedik kalmayan Bediüzzaman Said Nursî.
Evet, bu zatlar, inandıkları istikametten hiç inhiraf etmediler. Zulüm ve haksızlık karşısında asla boyun eğmediler. İnandıkları hakikatler yolunda hayatlarını feda ettiler. Filhakika, büyük ölçüde başarılı da oldular.
Netice itibariyle, davalarına tam inandıkları için, hayatlarının sonuna kadar da tam dayandılar.
*
Sonuna kadar dayanamayıp işi bırakanlar, bedelin-faturanın ağır olduğunu görüp kaçanlar, gerçekte “tam inanmışlar” sınıfına girmiyor, giremiyor. Bırakmak, pes etmek, hele hele kaleyi terk edip kaçmak, tarih ve insanlık nazarında da kişiyi zan ve töhmet altında bırakır.
O halde, biz de merhum Sadettin Çelik ağabeyin çok tekrar ile söylediği o aynı makbul dua ile noktalayalım: Allah istikametten ayırmasın.