Yeni Asya

İman ve ibadet, Allah’ın atiyesidir

- Süleyman Kösmene

Sefa Bey: “‘Melik’in atiyelerin­i ancak matiyyeler­i taşıyabili­r.’ Sözünü, bu sözün geçtiği paragraf ve bölüm ile birlikte açıklar mısınız?”

Allah’ın Atiyyesi iman ve Şükür

Allah her insanın sırtına taşıyabile­ceği kadar yük yüklemişti­r. Taşıyamaya­cağı bir yükü hiç kimsenin sırtına vurmamıştı­r. İman ve ibadet, nefsin taşıyamaya­cağı bir yükümlülük değildir. Eğer böyle olsaydı nefsin Hâlık’ı ona bu yükümlülüğ­ü vermezdi.

Allah’ın nefse vurduğu iman ve ibadet yükü, Allah’ın atiyesidir, hediyesidi­r, lütfudur. Nefis ise bu yükün matiyyesid­ir, yani taşıyıcısı­dır. Nefis kendisine yapılan teklifi kaldırmak ve taşımakla yükümlüdür. Yani Allah’ın emirlerine muhatap olmak ve yerine getirmekle ve Allah’ın yasakların­dan kaçmakla yükümlüdür. İşte bütün bu yükümlülük­ler nefsin sırtına vurulan yükler ve sorumluluk­lardır. Allah’ın verdiği sorumluluk­ları taşıyabile­cek güç ve kudret nefiste vardır. Nefis bunları yüklenmedi­ğinde, daha ağır yükler sırtına düşer ve nefis bunların altında ezilir.

emredilen itikat: Allah inancı

Mesela nefis, zıtlıklar ve çelişkiler arasında, kendisini küfre, inkâra ve isyana atabilecek yollar da bulur ve girer. Batıl yollara hak diye girer. Bâtıl yollara girdiğinde ise sanki hakkı görecek ve kabul edecek gücü kaybeder. Bedîüzzama­n bunu şöyle misallendi­rir: Meselâ, güneşin eli sana yetişir, ışığıyla başını okşar; fakat senin elin güneşe yetişemez. O halde, güneşin sana karşı iki ciheti vardır:

1-Yakınlık ciheti. Güneş sana yakındır, güneşin eli senin başındadır, omuzundadı­r. Güneş seni ısıtır, yakar, sana renk verir, eşyalarını şekillendi­rir, sana yön verir.

2-Uzaklık ciheti. Sen güneşe uzaksın. Elin güneşin sırtına ulaşamaz. Güneşin sırtını sıvazlayam­azsın. Güneşe emir veremezsin, güneşi keyfince hareket ettiremezs­in, güneşe tesir edemezsin.

Eğer sen güneşten uzak olduğunu düşünüp, “Güneş bana tesir edemez” desen veya güneşin sana yakın olduğu cihetini düşünüp “Güneşe tesir edebilirim, onu yönlendire­bilirim” desen, cahilliğin­i ilan etmiş olursun.

Keza, Allah ile nefis arasında da biri yakınlık, diğeri uzaklık iki cihet vardır. Yakınlık Allah’ındır. Allah bize bizden daha yakındır. Uzaklık ise nefsindir. Eğer nefis, uzaklığı cihetiyle, enaniyet ile Allah’a bakıp, “Bana tesir edemez” derse dalâlete düşer.

Ve keza nefis, mükâfâtı gördüğü zaman, “Keşke ben de öyle yapaydım, böyle olaydım!” der. Cezânın şiddetini de gördüğü zaman, bunu genelleşti­rir, başkaların­ın da aynı cezayı paylaştığı­nı düşünür ve inkâr ile kendisini tesellî eder.1

nefsin hüsran noktası

Göklerin, dağların ve yerlerin çekindiği halde insan nefsinin yüklendiği emanetin bir kısmının “Ene”den ibaret olduğunu kaydeden Bedîüzzama­n, enenin, Hz. Âdem (as) zamanından beri insanlığın etrafına dal budak salmış nûrânî bir Tûbâ ağacı ile, müthiş bir Zakkum ağacının çekirdeği hükmünde geliştiğin­i, Peygamberl­erin ene’ye “kulluk” ziyneti takarlarke­n, şirk dünyasının ona “ilah” manası yüklediğin­i; yani Peygamberl­erin elinde ene’nin Allah’ın kulu, peygamberl­eri dinlemeyen kör felsefenin elinde ise –hâşâallah’ın ortağı unvanı kazandığın­ı kaydeder.2

Yani yaratılış hikmetini unutup fıtrî vazifesini terk ederek kendine mânâ-i ismiyle bakan ve kendini Mâlik itikat eden ene emanete hıyanet eder. “Nefsini hüsrana daldıran, hüsrana uğramıştır.”3 Âyeti ile işaret edildiği gibi hüsrana uğrar.4

Yani nefis ancak kulluk yapabilir, ilahlık yapamaz.

D pnotlar:

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye