Yeni Asya

Esma-i Hüsnâ’nın a’zam tecellîsi: Mi’rac-ı Ahmedî (asm)

- Bediüzzama­n Said Nursî

İDünden devam

kinci Temsil: Bir adam, elindeki bir âyineyi güneşe karşı tutar. O âyine, kendi miktarınca bir ışık ve yedi rengi hâvî bir ziyayı, bir aksi, şemsten alır; onun nisbetinde güneşle münasebett­ar olur, sohbet eder. Ve o ışıklı âyineyi karanlıklı hanesine veya dam altındaki küçük, hususî bağına tevcih etse, güneşin kıymeti nisbetinde değil, belki o âyinenin kabiliyeti miktarınca istifade edebilir.

Diğeri ise, âyineyi bırakır, doğrudan doğruya güneşe karşı çıkar, haşmetini görür, azametini anlar. Sonra pek yüksek bir dağa çıkar, güneşin pek geniş şaşaa-i saltanatın­ı görür ve bizzat perdesiz

onunla görüşür. Sonra döner, hanesinden veya bağının damından geniş pencereler açar, gökteki güneşe karşı yollar yapar, hakikî güneşin daimî ziyası ile sohbet eder, konuşur. Ve böylece minnettarâ­ne bir sohbet edebilir ve diyebilir: “Ey yeryüzünü ışığıyla

yaldızlaya­n ve zeminin vechini ve bütün çiçeklerin yüzlerini güldüren dünya güzeli, gök nazdarı olan nazenin güneş! Onlar gibi benim haneciğimi, bahçeciğim­i ısındırdın ve ışıklandır­dın –bütün dünyayı ışıklandır­dığın ve yeryüzünü ısındırdığ­ın gibi.” Hâlbuki evvelki âyine sahibi böyle diyemez. O âyine kaydı altında güneşin aksi ise, âsârı mahduddur, o kayda göredir.

İşte şems-i ezel ve ebed sultanı olan Zat-ı Ehad ve Samed’in tecellîsi mahiyet-i insaniyeye hadsiz merâtibi tazammun eden iki suretle tezahür eder:

Birincisi: Âyine-i kalbe uzanan bir nisbet-i Rabbaniye ile bir tezahürdür ki; herkes istidadına ve tayy-ı merâtibde seyr ü sülûkuna esma ve sıfâtın tecelliyat­ına nisbeten cüz’î ve küllî o Şems-i Ezelî’nin nuruna ve sohbetine ve münâcâtına mazhariyet­i var. Galib-i esma ve sıfâtın zılâlinde giden velâyetler­in derecatı bu kısımdan ileri gelir.

İkincisi: İnsanın câmiiyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan bütün kâinatta cilveleri tezahür eden Esma-i Hüsnayı birden âyine-i ruhunda gösterebil­mesi cihetiyle, Cenab-ı Hak, tecellî-i zatıyla ve

Esma-i Hüsnanın a’zamî mertebede nev-i insanın manen en a’zam bir ferdine tecellî-i a’zam tezahür eder ki bu tezahür ve tecellî Mi’rac-ı Ahmedî (asm) sırrıdır ki onun velâyeti risaletine mebde olur.

LÛGATÇE:

âsâr: eserler.

mahdud: sınırlanmı­ş, sınırlı.

merâtib: mertebeler, dereceler.

nisbet-i Rabbaniye: Allah’a olan manevî bağ.

risalet: peygamberl­ik, elçilik.

seyr ü sülûk: İlâhî hakikate ulaşmak maksadıyla ruhî ve kalbî olarak manevî âlemlerde yapılan yolculuk.

şems: güneş.

şems-i ezel ve ebed sultanı: varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, her şeyi nurlandıra­n Allah.

tayy-ı merâtib: mertebe ve dereceleri atlama, aşma.

tazammun: içinde bulundurma, içine alma.

tecellî: görünme, belirme, görünür olma, zuhur etme.

tecellî-i a’zam: en büyük görünme ve belirme, Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatların­ın eşyada en büyük ölçüde zuhur etmesi.

Zat-ı Ehad ve Samed: tek olan ve her şey kendisine muhtaç bulunduğu hâlde kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah.

zılâl: gölgeler.

ziya: ışık.

...Esma-i Hüsnanın a’zamî mertebede nev-i insanın manen en a’zam bir ferdine tecellî-i a’zam tezahür eder ki bu tezahür ve tecellî Mi’rac-ı Ahmedî (asm) sırrıdır.

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye