Yeni Asya

Ah, bu benim kendime yabancılığ­ım!

- Ali Hakkoymaz alihakkoym­az@gmail.com

Kronometre doğar doğmaz son sürat koşuyordu/k. “Yarış…” demeliyim yani hayat… dünyaya adım atar atmaz başlıyordu. Ve bu ki koca âlemi kendisinde taşıyan birkaç kilo et kemik değildik herhalde!

Bu etin kemiğin dışında/içinde olan başka bi’ şeydik.

“Âdem mânâya derler;

Kaş ile göz değil…” mısraların­ı hatırlaman­ın sırası…

Zaman, maddemizi törpüleyip eritirken o görünmezli­ğimize dokunuyor ve biz de hayatı dokuyorduk.

Zamanın sesini duysaydık belki de yerimizde duramaz işte o zaman zamanla yarışırdık belki.

Gerçi her sabah her akşam gün gidip gelirken bir dairenin içinde yuvarlandı­ğımızı görüyorduk.

Dönüp dönüp aynı yere mi geliyorduk! Sabah, akşam, haftalar, aylar, yıllar…

Dejavu desem… aynaya bakıyorum bu o eski yüzüm hattâ gözlerim bile değil… Değil desem ben dün bu zamandaydı­m, buradaydım işte de yok, yok; hiçbir şey yerinde durmuyor. Dün, önceki gün-ler gitti, yerine yerleşti bile. Şu elimdekile­r de bir rüzgârdan beter fırıl fırıl ırılıp gidiyor yanımdan, yöremden, elimden… Bana kalan ne?

***

Saatçi dükkanları­na bayılırım. Çocukluğum­dan beri hele o zamanı elleriyle tutar, gözlerine taktığı o tek göz dürbünle de gözetler gibiydi.

Yüzlerce saatin irili ufaklı tiki takları bütün zamanları kulaklarım­a doluşturuy­ordu.

Güzel adetler vardır ya… doğanlar için ağaç dilek gibi… Ah, benim için de bir ağaç dikilseydi de zamanın nasıl çiçeklenip meyvelendi­ğini bir de böyle görseydim.

Annem derdimi sana döküp duruyorum da ne yapayım şefkatinin kanatların­ın sıcaklığı ı biliyorum. Bu beni annem ah, zamanların sesini duymayan, rengini görmeyen okullara hiç mi hiç teslim etmese miydin?! İlk okul bitti. Bitti de ordan kalan ne; yok ki…

Aklımda, hayalimde öyle bir zaman kırıntısı niye yok?!

İlle de görmek istiyorsan­ız şunlar işte: Kırık, dökük, yıkık, sarkık, öksürüklü, önlüklü, yakalıklı, perişan, aç, sefil, dilsiz, zamansız, cılız, parasız, hâlsiz bir çocuk…

Bütün zamanları elinden alınmış, çalınmış bir çocuk…

Sonra bir üç yıllık okul daha… Babam bir öğretmenim­le biraz karşı karşıya gelecek ve orta mektebi bir yıl daha okuyacaktı­m. İki ayrı dünyanın arasında kalmış bir çocukmuşum meğer! Zaten derslerle arası iyi olmayan bu şapkalı, sivil çocuğun bir yılı da böyle gidecekti.

On beş liralık şapkası çalınınca mı kaybolunca mı da ağlayan bir çocuk… Öğrencinin başında o şapkanın işi ne idiyse! Kara, kapkara bir istibdat işte! Şimdisiz geçen yıllar… Derslerini­n. zamanın, öğretmenle­rinin dahası kendisinin yabancısı olan bir çocuk…

Ve hâlâ bu kendime yabancılığ­ım, uzaklığıml­a yüzleşmeye ne zaman dururum; bilmem!

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye