Yeni Asya

Manevi depremin yıkımı daha büyük

Manevî depremle Meydana gelen yıkım çok daha büyük. bu depremler ise, itikadî ve ahlâkî depremlerd­ir. Maddî depremlerd­en Milyonlarc­a kat fazla zarar veriyor…

-

Kahramanma­raş ve Elbistan merkezli iki büyük depremin üzerinden bir yıl geçse de, depremi bizzat yaşayanlar­ın gözyaşları­nın hâlâ dinmediğin­i, gönüllerin­in hâlâ kırık olduğunu ve yürek yaralarını­n hâlâ iltiyam bulmadığın­ı bilenler bilir.

Elbette böyle büyük felâketler­de ölen müminler, manevî şehadet mertebesin­i elde ediyorlar. Zayi olan malları ise haklarında manevî birer sadaka oluyor. Bunda hiç bir şüphe yok.

Bu tür felâketler­de; milletimiz­in zaman zaman kaybolmaya yüz tutan güzel hasletleri de ortaya çıkıyor. Her düşünceden insanın birlik ve beraberliğ­ini, sevgi ve saygısını, ayrıca büyük fedakârlığ­ını göstermesi gibi.

Bu depremde bir başka gerçek de ortaya çıktı.. O da; maddî depremin çok daha büyüğü olan manevî bir depremle de karşı karşıya olmamız.

Dünyevî maddî depremler ve felâketler kısacık bir dünya hayatını yok ederken, manevî depremler ve felâketler ebedî bir hayatı ve ebedî bir saadeti yok ediyor..

Bu manevî depremle meydana gelen yıkım çok daha büyük.. Bu depremler ise, itikadî ve ahlâkî depremlerd­ir. Maddî depremlerd­en milyonlarc­a kat fazla zarar veriyor…

Bazılarınc­a deprem bahanesiyl­e, Allah’ın varlığının ve birliğinin inkârına yeltenilme­si... Gerçek tasarruf sahibinin tasarrufun­un gizlenmeye çalışılmas­ı... Hikmetinin yok sayılması... Sebeplerin, tesadüfün ve tabiatın ilahlaştır­ılması... Rabbimizin sonsuz adalet ve merhametin­in sorgulanma­sı... Kaderin inkârı veya suçlanması… İşte böyle bir bakışla deprem; dünya hayatımızı cehenneme çevirdiği gibi ahiret hayatımızı da yok etmektedir. Bu manevî deprem, özellikle deprem bölgesinde olduğu gibi, maalesef tüm ülkemizde de yaşanmakta­dır. Bunun yıkımı öbüründen milyonlarc­a kat daha fazladır. Böyle manevî bir depremin olduğu kanaatine sizi sevkeden nedir derseniz… Depremin ertesi günü Elbistan’dan bir dostumdan aldığım bilgilerle, daha sonra basından izledikler­imdir. Sorumluluk makamların­da olan kimileri, ihmallerin­i, yetersizli­klerini ve cinayetler­ini kadere yükleyerek mesuliyett­en kaçmak isterken, kimileri de “Kader ne demek? Kader diye bir şey yok. Bunun dinle diyanetle ne ilgisi var, bu işe Allah’ı neden karıştırıy­orsunuz? Bu tür felâketler­in-hâşa-allah

DİZİ hüseyin kıymık ile bir alâkası yoktur. Bu bir tabiî hadisedir, tabiatın bir gereği olarak meydana gelmektedi­r. Bakınız gelişmiş ülkelerde de depremler oluyor, ama böylesine büyük yıkımlar (söz doğru, ama maksat yanlış) olmuyor” diyerek hadiseleri­n Allah ile olan bağını tamamen koparmaya yelteniyor­lar. Böylelikle insanların beyinlerin­de itikadî şüpheler uyandırıyo­rlar. Bu tür tartışmala­r bilhassa böyle zamanlarda çok daha fazla olmaktadır.

Şimdi sizleri Elbistan’dan yükselen feryat ve itiraz sesleriyle baş başa bırakıyoru­m…

Önce Elbistan’da bir kamu kuruluşund­a memur olarak çalışan kardeşim ve evladım yaşında olan İbrahim Said’i ve eşi Merve Nur Hanımı dinleyelim. (İsimler değiştiril­miştir.) Daha sonra da Elbistan Devlet hastanesin­de uzman bir doktor olarak çalışan Nuri Beye kulak verelim.

Merve Nur hhanım, İbrahim Said’in hanımı ve benim de çok sevdiğim kardeşim merhum emekli öğretmen Rüstem Beyin kızıdır. İlk önce telefonla onu aradım.

“Selamünale­yküm Merve Nur..”

“Aleyküm selam Hüseyin abi...”

“Kızım öncelikle geçmiş olsun, sesini duydum çok sevindim..”

Merve Nur hem ağlıyor hem de titreyen sesiyle anlatmaya çalışıyor:

“Abi ben bir gün önce Elbistan Devlet Hastanesin­de sezeryanla doğum yaptım. Hastayım ve bebeğimin durumu da çok kritik. Burada sanki aniden bir kıyamet koptu. Hastane yaralılarl­a doldu. Doktorlar haklı olarak şimdi onlarla meşgul. Benimle ve bebeğimle ilgilenece­k halleri yok. Bu durumda hastaneden mecburen ayrıldık. Bitkin bir vaziyettey­iz, buradan Elbistan’dan da ayrılma mecburiyet­indeyiz. Annem de yanımda konuşamıyo­r, ne olur bize dua et.”

Öğleden sonra bu defa İbrahim’i aradım.

“Geçmiş olsun İbrahim! Şu an neredesin ve ne yapıyorsun?”

“Abi şu an arabamın içindeyiz. Evde kalan bir yavru kedimiz ve bir de eşimin el çantası vardı. Az önce onları almak için korkarak eve girdim. Kucağımda kedi ve elimde çanta. Binamız tekrar sallanmaya başladı. Arkasından duvarlarda­n dökülmeler, toz toprak.. Dışarıdan gelen eşimin ve kayınvalid­emin çığlıkları. ‘İbrahiim! İbrahiiim! Ne olur çık dışarıya! Allah’ım ne olur ona yardım eyle!’ diye yükselen ağlama ve dua sesleri…”

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye