Tarihteki cepheleşmeden çıkarılacak dersler
İsâm tarihi şânlı zaferlerle doludur. Zaman zaman da mağlubiyetler yaşanmıştır. Müslümanlar ittifak halinde olup usûle riâyet ettiklerinde, ekseriyetle galip gelmişlerdir. Düşmana karşı mağlup düştüklerinde ise, en önemli sebep olarak dahilî ihtilâların varlığı görünüyor. Bugünkü Filistin meselesinde de olduğu gibi.
Müslümanlar, nâdiren de olsa kendi aralarında anlaşmazlığa düşerek birbiriyle mücadele etmişlerdir. Bu türden dahilî cepheleşmede, ne yazık ki bir taraf diğerini bitirmeden, belini kırmadan, yahut onu bitme-tükenme noktasına getirmeden bırakmamıştır.
Müslim ile gayr-ı müslim arasındaki savaşlarda, bir noktadan sonra genellikle ateşkesmütareke sağlanıyor. Bir müddet sonra da barış antlaşmaları yapılması cihetine gidiliyor. Zira, her iki taraf da biliyor ki, biri diğerinin kökünü kazıyamaz, varlığını ortadan kaldıramaz. Bu sebeple, musalaha yoluna gidilmesi kaçınılmaz oluyor.
Müslümanlar arasındaki çarpışmalarda ise, durum büyük ölçüde değişiyor. Çoğu zaman sulh-barış sağlanamıyor. Hele ki, komşu veya aynı ülke içinde yaşıyor iseler. Gariptir; ama, durum çok çetin, çok yıkıcı bir hâl alıyor.
*
Hz. İmam-ı Ali (kv), vukûfiyetli ve dirayetli duruşuyla, ehl-i İslâm arasında topyekûn bir ihtilâfa, bir cepheleşmeye imkân-fırsat vermedi.
Ondan sonraki dönemde ise, maalesef keskin bir cepheleşme vaziyeti ortaya çıktı. Hz. Hüseyin ile Emevi Sultan Yezid ve taraftarlarıı arasında düzelmesi imkânsız bir cepheleşme hadisesi baş gösterdi.
Böylesi tâlihsiz durumlarda, başta da ifade ettiğimiz gibi, bir taraf diğerini bütün bütün ezmeden bırakmıyor. Nitekim, Kerbelâ Fâciasında da aynısı oldu.
*
Daha sonraki tarihlerde, Selahaddin-i Eyyübî, Mısır’daki Fatımiye Devletini ortadan kaldırmaya mecbur oldu.
Aynı şekilde, 1230’larda hakimiyet davasıyla savaşa tutuşan kardeş ve komşu Selçuklu ile Harzemşah orduları, İslâm tarihinin en kanlı mücadelesine tutuştu. Erzincan’daki Yassıçimen Savaşı sonrasında, Harzemşah tarafı perişan oldu. Ordunun bakiyesi dağıldı. Koca devlet tarihe karıştı.
Oysa, Harzemşah kuvvetleri, o devirde dünyanın en dehşetli ordusuna sahip olan Cengiz’in kuvvetlerini defalarca mağlup etmiş ve her defasında muzaffer olmuştu. Ne var ki, iki kardeş kuvvet karşı karşıya gelince, bir taraf yok olup giderken, diğeri de yarı canlı hale gelmekten ve bir süre sonra Moğollar’a yem olmaktan kurtulamadılar.
Uzak-yakın tarihten daha başka örnekler vermek mümkün. Ancak, bu misaller asıl maksadı anlatmaya şimdilik kâfi geliyor olmalı.
*
İran, kanlı bir mücadele neticesinde İslâm coğrafyasına dahil oldu. İslâmı kerhen kabul ettikleri günden beri, dahilde adeta sancılı bir uzuv, yahut bir çıban başı vaziyetini aldı. Nitekim, tarih boyunca küffar ile savaşmamış olan İran, daima Müslüman hükümet ve topluluklarla çatışa gelmiştir. Bugün bile Türkiye’den çok Yunanistan’a meylediyor, Azerbaycan’dan ziyade Ermenistan’a yakın duruyor.
Türklerin Müslümanlaşması ise, tıpkı Malezya ve Endonezya’da olduğu gibi, müsalemetle, yani irşat yolu ve barış içinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, müsalemet ile İslâma dahil olanların hizmeti ve yaşantısı daha ciddi, daha samimi, daha güvenilir oluyor.
Bir dört yüz yıllık tarihten ders çıkararak, ehl-i İslam arasındaki ihtilâları mümkün olduğunca törpüleyip gidermeye, ittifak ve ittihatlarını ise takviye etmeye çalışmalı. Çatışmaların neticesi, Allah muhafaza, bir tarafın diğer tarafı ezmesine yol açıyor. Hangisi kuvvetli ise, diğer tarafa amansızca saldırıyor ve onu takattan düşürmeden rahat edemeyeceğini düşünüyor. “Ben onu ezip bitirmezsem, o dönüp beni bitirecek” diye vehmediyor.
Şu mübarek günler hürmetine, Allah, Müslümanlar arasındaki uhuvveti, muhabbeti ziyadeleştirsin ve onları samimi ittifaka, ciddi ittihada sevk etsin.