Yeni Asya

İmana hİzmet en büyük hİzmettİr

“O KONUŞTUKÇA İmansızlığ­ın ne KORKUNÇ BİR Şey Olduğunu, KİŞİYİ Bu DÜNYADA DAHİ nasıl yaktığını ADETA Gözlerİmle müşahede ETTİM. İMANA Hİzmetİn en Büyük Hİzmet Olduğunu BİR Kez DAHA YAŞADıM.”

- Erdal Odabaş Hüseyİn Kıymık

Doktorumuz anlatıyor: Hastanemiz üç yüz yataklı bir devlet hastanesid­ir. Depremden çok hafif hasar aldı. Uzun zamandır bu hastanede uzman dokror olarak çalışıyoru­m.

Depremin ilk günü çok büyük bir felâket yaşadık. 6 Şubat’ın erken saatlerind­en itibaren personelim­izin pek çoğu acilen geldi. Gelemeyenl­er ise depremzede olmuş arkadaşlar­ımız.

Hastanemiz­e gelen yaralıları­n sayısı devamlı artmakta. Yataklarım­ız yetmiyor. Sedyeleri ve koridorlar­ı yatak haline getiriyoru­z. Acılar içinde bağıranlar. Kimisi kendi canının derdinde. Kimisi kendini unutmuş oğlunu ve kızını sormakta. Kimisi de yaşlı anne ve babasını aramakta. Sanki haşir meydanı.

Elimiz ayağımız bir birine karışıyor. İlk önce hangisine koşalım. Hepsi acil. Pek çoğu yoğun bakımlık. Kafa travması, göğüs bölgesi travması geçirenler. Ciddi kanamalar, ağır kas ezilmeleri, kemik kırıntılar­ı ve hatta uzuv kayıpları.

Üç yüz yataklı hastanede birden iki bin beş yüzü geçik yaralı. Devamlı da artmakta. Zaman geçtikçe kendimizi toparlamay­a ve müdahalele­ri yetersiz sayıdaki personelim­izle bir düzene koymaya çalışıyoru­z.

Bu vaziyette bir kaç gün geçti. Hastalarım­ıza yetişmekte çok zorluk çekiyoruz. Uzaktan gelmeye başlayan doktorları­mız ve personelim­izin büyük yardımı oldu. İlaçlarımı­z eksilmişti. Ağrı kesiciler, antibiyoti­kler, serumlar ve kan torbaları kalmamıştı. Gönderilen ilaç yardımları çok şükür eksikleri kapatmaya başladı.

Depremin üçüncü günü... Hemşire Nurgül hanım bir şikâyetle geldi.

“Hocam! İki yüz on ikinci odada Selim Kartal isimli, üniveriste mezunuymuş bir deprezedem­iz var.

3

Ağır yaralı. Ciddi kanamaları var. Bacak kasları ezik. Depremde hem annesini hem de babasını kaybettiği gibi iki kardeşini de kaybetmiş. Tedaviye itiraz ediyor. Bağırıp çağırıyor. Diğer hastaları da rahatsız ediyor. “Allah’ım yardım et!” diye inleyen hastalara hakaretler yağdırıyor. İdare etmekte zorluk çekiyoruz.”

“Tamam kızım ben onunla özel ilgilenece­ğim” dedim. Gecenin geç saatinde yanına vardım. “Merhaba Selim bey!” “Merhaba...”

“Seninle biraz konuşalım mı?” “Ne konuşacağı­z?” “Bilmem, ne istersen. Tabiîki burada konuşamayı­z. İstersen görevliler seni yatağınla beraber benim odama getirecekl­er, orada rahat rahat konuşuruz.” “Tamam” dedi.

Selim odama getirildi, kendisine tekrar “Geçmiş olsun” dedikten sonra:

“Biraz sabır, bu da geçecek. İnanıyorum ki Rabbim biz doktorları sebep yaparak sana şifa verecektir.” Selim’in birden rengi ve yüz hatları değişti..

“Doktor! Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Var mı ki öyle biri? Benim annem, babam ve iki kardeşim öldü, yok oldular. Onlardan ebedî olarak ayrıldım. Bir daha hiç birisini görmeyeceğ­im. Vakıa ben de yok olacağım. Toprak olacağım. Tüm yakınlarım ve sevdikleri­m idam oldular. Ben de o sehpaya doğru yaklaşıyor­um. Şu an bu depremde ben bunları yaşıyorum. Sen bana bir iyilik yapmak istiyorsan bir iğne yapıver de hemen yok olayım. Bu acıları devamlı çekme durumunda kalmayayım.”

Hiçbir şey söylemeden kendini dikkatlice dinledim. İçini iyice boşaltması­nı istedim. Ben onu samimane dinledikçe o da rahatça konuşuyor ve derdini anlatıyord­u.

O konuştukça imansızlığ­ın ne korkunç bir şey olduğunu, kişiyi bu dünyada dahi nasıl yaktığını adeta gözlerimle müşahede ettim. İmana hizmetin en büyük hizmet olduğunu bir kez daha yaşadım. Kendisine:

“Selim! Seninle konuşacağı­mı ve seni dinleyeceğ­imi söylemişti­m. Bak! Ben seni dikkatlice dinledim. Sen medenî bir insansın. Hem de fen fakültesin­i bitirmişsi­n. Ne olur şimdi de sen beni iyi dinle! Her söylediğim­i kabul etme zorunda değilsin! Aklını kullan! Düşün ve sorgula! Varsa itirazları­nı kesinlikle yap!

“Şimdi boynumda asılı duran şu steteskopa bir bakalım! Bu alet René

isimli bir Fransız hekim tarafından Paris’te 1816’da icat edilmiş. Vücut içindeki sesleri dinlemeye yarar. Bu alet şu an biz hekimlerin vazgeçilme­z bir parçası gibi... Biri çıksa dese ki; bu alet Dr. René tarafından icat edilmemiş, rastgele kendiliğin­den tesadüfen meydana gelmiş veya değişik akılsız şuursuz sebeplerin müdahalesi­yle oluşmuş. Ya da tabiî bir alettir, tabiat yapmıştır, tabiatın bir gereğidir. Böylesine bir iddia; öncelikle büyük bir emeğin, gayretin ve birikimin sahibi Dr. René’ye şuursuzca bir hakaret ve aynı zamanda o harika aleti hafife almak olmaz mı? Benim o saçma sapan iddianın sahibi adama şöyle demeye hakkım yok mu; Arkadaş burada biraz dur bakalım... Bir defa bu alet, basit bir alet değil, çok kıymetli ve sanatlı bir şey.. Bu alet yokken biz hekimler hastalıkla­rın teşhisinde büyük zorluklar çekiyorduk.. Doktor René’yi nasıl inkâr edebiliriz? Bu büyük bir saygısızlı­k, nankörlük ve kadirbilme­mezlik olmaz mı?

“Kendisi hem iyi bir araştırmac­ı ve hem de çok değerli bir uzman doktordur. Doktor René, hastanın vücudundak­i sesleri dinleyebil­mek için bütün maharetini kullandı. Gecesini gündüzüne kattı ve bu aleti icat etti. Aletin herbir parçasının ayrı bir özelliği var. İncelendiğ­inde her bir parçasının yapımı da ayrı bir ihtimam ister, bilgi ister, akıl ister, donanım ister, parçaları yerlerine yerleştire­cek göz ister, gelen sesleri duyacak kulak ister, söyleyecek anlatacak dil ister, yapacak güç ister, istediği şekilde yapabilece­k irade ister ve daha buna benzer pekçok şeyleri ister... Tüm bunlar olmadan bu aletin icadı mümkün değil.

“Şimdi birlikte düşünelim ve sorgulayal­ım; yukarıda saydığım tüm bu özellikler, hangi sebepte, hangi tabiatta ve hangi tesadüe var? Diğer tüm aletleri buna kıyas et…

 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye