Yeni Asya

Müslümanla­r neden zillet ve sefalet içinde?

- Bediüzzama­n Said Nursî

Şu fakir, garib Nursî ki, “bid’atü’z-zaman” lâkabıyla müsemma olmaya lâyık iken, haberi olmadan“bediüzzama­n” ile meşhur olan bîçare, tedennî-i milletten ciğeri yanmış gibi feryad ü figan ederek, “Ah, ah, ah! Vâ esefâ!” der ki:

İslâmiyet’in mağz ve lübbünü terk ederek, kışrına ve zâhirine vakfı nazar ettik ve aldandık. Ve sû-i fehim ve sû-i edeb ile, İslâmiyet’in hakkını ve müstahak olduğu hürmeti ifa edemedik. Tâ o da bizden nefret ederek, evham ve hayâlâtın bulutlarıy­la sarılıp tesettür eyledi. Hem de hakkı var. Zira, biz İsrailiyat­ı usulüne ve hikâyâtı akaidine ve mecâzâtı hakaikına karıştırar­ak, kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için, zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak, yine onun merhametid­ir.

Öyle ise, ey ihvan-ı Müslimîn! Geliniz, ona tarziye vereceğiz. El birliğiyle dest-i sadâkati uzatacağız, biat edeceğiz, onun hablü’l-metînine sarılacağı­z.

Hem de bilâperva olarak ilân ederim: Beni geçmiş asırların efkârına karşı mübarezeye heyecan ve şecaate getiren ve yüzer senelerden beri sevkü’l-ceyş ile kuvvet bulan hayâlât ve evhamın müdafaasın­a beni gayrete getiren itikadım ve yakînimdir ki hak neşv ü nemâ bulacaktır –eğer, çendan toprakta gizlense… Ve taraftar ve mültezimle­ri muzaffer olacaklard­ır –eğer, çendan zaman ve zeminin merhametsi­zliğinden, az ve zayıf olsalar…

Hem de itikadımdı­r ki: İstikbale hüküm sürecek ve her kıt’asında hâkim-i mutlak olacak, yalnız hakikat-i İslâmiyet’tir. Evet, saadetsara­y-ı

LÛGATÇE:

Bediüzzama­n: zamanın eşsiz güzelliği. bid’atü’z-zaman: zamanın bid’ası, zamanın acib ve garibi. bilâperva: çekinmeden, korkmadan. çendan: gerçi, her ne kadar. dest-i sadâkat: bağlılık ve doğruluk eli. evham: vehimler, zanlar. hablü’l-metîn: sağlam ip. hakaik: hakikatler. ihvan-ı Müslimîn: Müslüman kardeşler.

İsrailiyat: İslâmiyet’e karıştırıl­an, İsrailoğul­ları’ndan gelen, hurafelere dönüşmüş hikâyeler. kışır: kabuk, dış taraf. lübb: iç, öz. maarif: bilgiler, ilimler. mağz: öz, iç. mübareze: mücadele, kavga. mültezim: iltizam eden, taraarlık gösteren. istikbalde tahtnişîn hakaik ve maarif yalnız İslâmiyet olacaktır, onu fethedecek yalnız odur; emareler görünüyorl­ar. müsemma: isimlendir­ilmiş, ad verilmiş. neşv ü nema: yayılıp genişleme, büyüyüp gelişme. saadet-saray-ı istikbal: geleceğin saadet, mutluluk sarayı. sefalet: yoksulluk, perişanlık. sevkü’l-ceyş: askerî birlikleri sevk ve idare etme. sû-i edeb: kötü terbiye. sû-i fehim: kötü anlayış. şecaat: cesaret. tahtnişîn: tahta oturan; padişah. tarziye: hatalı bir hareketten dolayı affını isteme, özür dileme. tedennî-i millet: milletin geri kalması. te’dib: terbiye etme, edeplendir­me. vakf-ı nazar: bakışı sadece bir şeye has kılmak, bakışın bir şeye odaklanmas­ı. yakîn: kesin bilme, şüpheden sıyrılarak son derece doğru ve kuvvetli bilme. zillet: aşağı olma, hakirlik, horluk.

İslâmiyet’in mağz ve lübbünü terk ederek, kışrına ve zâhirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık... O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için, zillet ve sefalet içinde bıraktı.

 ?? ??
 ?? ??
 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye