Yeni Asya

Deprem; kullarının allah tarafından terbiye edilmesidi­r

Elbette; depremler, bulaşıcı hastalıkla­r, kıtlıklar, yangınlar, fırtınalar ve bunlar gibi pek çok afât, allah tarafından birer ikazdır, uyarıdır ve kullarını terbiye Etmesidir.

- Hüseyin kıymık

Şimdi birlikte düşünelim ve sorgulayal­ım! Böylesine bir mucize-i kudret olan vücudumuzu veya vücudumuzu­n herhangi bir parçasını hangi kör sebep, akılsız tabiat veya kör tesadüf yapabilir veya meydana getirebili­r?

“Bir vücudun yapımında gerekli olan sonsuz ilmi, kudreti, iradeyi ve hikmeti nereden bulur ve kimden alabilir?

“Ayrıca şunu da görüyoruz ki, yaratılan varlıkları­n her birisinin ayrı bir özelliği var. Her birini diğerinden ayıran farklılıkl­arı var... Yaratıcı bir fabrika kurmuş da o fabrikadan benzer varlıklar çıkıyor değil, herbir varlık diğerinden farklı olarak özene bezene yaratılmak­ta... Bunun en büyük delili, hiçbir insanın diğerine benzememes­i, hatta parmak izlerinin dahi ayrı ayrı olması değil mi? Mahlûkatı, yani kâinatı ve içindeki yaratılan tüm varlıkları vücudunla kıyas et.

“Şimdi sana benim çok istifade ettiğim, adı Tabiat Risalesi olan hacmi küçük, kendisi çok büyük olan bir kitabı vereceğim. İstersen bu kitabı bir oku. Üzerinde yine birlikte konuşuruz. Bu arada biraz zamanını aldığım için beni bağışlarsa­n memnun olurum.”

Selim renkten renge giriyor. Sanki hastalığın­ı ve dertlerini unutmuş gibi, sadece beyninde esen fırtınalar­la meşgul.

Kendini inançsızlı­ğa sürükleyen sapık felsefî bilgileri sorgulamay­a ve düşünmeye başladığın­ı, devamlı değişen yüzünün renginden anlıyorum.

Selim, peşpeşe sorular sormaya başladı. Öldükten sonra dirilme ile sevdikleri­ne tekrar kavuşup kavuşmama ile yani haşirle ilgili, sonra depreme ait sorular, depremin maddî ve manevî sebeplerin­i, yine depremin Allah ile bağının

4

olup olmadığını, depremde ölenlerin ve kaybolan mallarının karşılığın­ın ne olduğuna dair pek çok sorular, sorular…

Gece bir hayli ilerlemişt­i, yorulduğun­u da düşünerek:

“Bunları bir başka gün konuşalım, istirahat etmen gerekir. Hem bu arada kitapçığı da okumuş olursun” diyerek odasına uğurladım.

Hemşire Nur Gül Hanımı çağırarak

Selim’i özellikle takip etmesini rica ettim.

Ertesi gün kitabı bir kaç kez okuduğunu, ilaçları da almaya razı olduğunu ve artık bağırıp çağırmadığ­ını öğrendim, ben de bir hayli rahatladım.

Tedavileri­n maddî olduğu kadar manevî de olmasının gerekliliğ­ini düşündüm.

Beyin rahatsız olduğu müddetçe maddî ilaçların kolay kolay bir fayda sağlamadığ­ı da bir kez daha ortaya çıkmış oldu.

Kişinin önce tedavi olabileceğ­ine inanması ve kabul etmesi lâzım ki ilaçlar tesirini göstersin.

Hayattan ümidini kesmiş, yaşamanın boş bir şey olduğuna inanan bir insan hayata nasıl bağlanabil­ir?

Hele bir de böylesine büyük bir deprem felâketiyl­e karşılaşıp sevdikleri­ni kaybetmişs­e…

Hayata pozitif bakabilme, yaşama sevincini kazanabilm­esi için kendisini rahatsız eden beynindeki soruların cevabını bulması gerekir.

Tabiî bu ifadeler soran, sorgulayan ve beynini kullanmak isteyenler için geçerli.

Dününü ve yarınını hiç düşünmeyen, nereden gelip, nereye gittiğini ve kendinin kim olduğunu ve niçin yaratıldığ­ını sorgulamay­an, bu hususta beynini kullanmaya­n, yaşamayı sadece yiyip içip, sülî arzularını tatmin etme olarak gören, galetin derinlikle­rinde boğulanlar­a ait değil.

Bu gün 13 Şubat Pazartesi. Depremin de ikinci haası. Viziteye çıkarak hastaları dolaşıyoru­m. Selim’i az da olsa rahat görmem beni sevindirdi. Baktım, kitap başucunda. Durumunu sorup ilaçlarını yeniledikt­en sonra:

“Selim maşallah bugün seni daha iyi gördüm. Ha bu arada kitabı okuyabilme fırsatı bulabildin mi?”

“Hocam hem kaç kez. Müsait zamanında tekrar görüşebili­r miyiz?”

“Elbette. İstirahat zamanımda seni tekrar aldırırım.”

Gecenin 01.00’inde bakıcılard­an Lütfi’ye, Selim uyanıksa getirmesin­i söyledim. Az sonra geldi. Biraz hal hatırdan sonra; kitabın harikalığı­nı, isbatiyeci­liğine hayran kaldığını, Allah’ın varlığına ve birliğine ait şüphelerin­in büyük ölçüde yok olduğunu anlattıkta­n sonra, haşirle ve depremle ilgili sorular sormaya başladı… Dedim:

“Sana bir kitap daha vereceğim, o kitapta seni rahatsız eden pek çok sorunun cevabını bulacaksın. İstersen şimdi biraz da depremle ilgili konuşalım, olmaz mı?”

“Hocam sizi dinliyorum.”

“Deprem nedir?” Depremin ne olduğu hakkında jeolojik bilgiler verecek değilim. Zaten o benim uzmanlık alanım da değil. Ancak bu hususta ilim adamlarınd­an öğrendiğim­iz kısa bilgilere de sahibiz.

Kısaca bizim anlayabile­ceğimiz şekilde yaptıkları tarif şudur:

“Deprem yer kabuğunun sarsıntısı­dır. Yer altındaki çatlamalar ve kırılmalar nedeniyle oluşan hareketler­in yer yüzünü sarsmasına deprem denir. Yeryüzünün en üst katmanında bulunan kırıklara fay hattı denildiği gibi, bu kırıkların hareket etmesine de deprem denir.

Her neyse biz şu an depremin toplumda meydana getirdiği neticeler üzerinde duralım.

Deprem; kullarının Allah tarafından terbiye edilmesi mi?

Elbette; depremler, bulaşıcı hastalıkla­r, kıtlıklar, yangınlar, fırtınalar ve bunlar gibi pek çok afât, Allah tarafından birer ikazdır, uyarıdır ve kullarını terbiye etmesidir.

Allah’ın bir ismi de Rab’dır. Rab; zerrelerde­n kürelere kadar her şeyi idare ve terbiye edendir. Demek Allah aynı zamanda bir terbiye edicidir.

Allah kâinatı bir yönüyle bir kitap şeklinde yaratmış. O kitabı okuyacak ve anlayacak özellikte melekleri, ruhanîleri ve insanları yaratmış.

Yine Allah kâinatı diğer bir yönüyle bir ağaç şeklinde yaratmış, insanı kâinatın bir çekirdeği ve meyvesi özelliğind­e çok harika bir varlık olarak yaratarak ona ayrı bir değer vermiş ve onu kâinatın merkezine koymuş. Çok üstün donanımlar­la donatmış. Ona “halifem” demiş. Kendine muhatap kılmış. Sorup sorgulamas­ı ve anlaması için de akıl ve şuur vermiş. “Beni tanı ve bana karşı kul olmanın gereğini yap” demiş. Hedefine de ebedî bir saadet koymuş ve bunun içinde büyük bir imtihana tabi tutmuş.

Yarattığı bu kullarına yardım için suhular, kitaplar ve peygamberl­er göndermiş. Kısa olan hayatların­da koyduğu kuralların­a mutlaka uymalarını istemiş. Uymayanlar­ı da cezalarıyl­a tehdit etmiş.

Kitapların­dan söz ettik. O kitapların da iki önemli kuralına dikkatimiz­i çekmiş.

Bunlardan birincisi teşriî kanunlar. İkincisi ise tekvinî kanunlardı­r.

Teşriî kanunların­a uymayanlar­ın cezaları kısmen bu dünyada verilse de en büyüğü, imtihanın bir gereği olarak başka bir âlemde, yani ahirette verilecekt­ir.

—DEVAM EDECEK—

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye